BREXİT SÜRECİ’NİN ÇOK BOYUTLU BİR ANALİZİ

BREXİT SÜRECİ’NİN ÇOK BOYUTLU BİR ANALİZİ

  • Araştırma Yazıları
  • 06 Haziran 2021 Pazar
  • 0
  • Okunma : 9534

İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne girmiş olduğu tarihten bu yana kendini Avrupalı kimliğiyle özdeşleştirememesi ve bununla beraber ülkede yaşanan Avrupa karşıtlığı ülkeyi 23 Haziran 2016 tarihli Brexit referandumuna götürmüştür. İngiltere ve AB için büyük bir kırılma noktası teşkil eden referandum sonucunda ayrılma yönünde çıkan karar, politika yapıcıları Brexit sürecini gerçekleştirmeye zorunlu bırakmıştır. Referandum hem İngiltere iç siyaseti hem de AB politikaları konusunda çok yönlü sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Referandum sonrası ülkede yaşanan belirsizlikler ve var olan Avrupa şüpheciliğinin artması sürecinin daha da hızlanmasına sebep olmuştur. Brexit referandumu sonrası İngiltere ekonomisinin analizi ise ekonomik bir örgüt bazında adlandırdığımız Avrupa Birliği’nin gerçekten İngiltere gibi büyük bir ekonomiye bile sunduğu katkıları anlamak açısından önemlidir. Makalede yapılmaya çalışılan çok boyutlu analizin diğer ayağında ise Avrupa entegrasyonunun varsayımsal modelleri üzerinde bir analizi gerçekleştirilmiş ve AB’nin geleneksel entegrasyon modellerinin yetersiz kalacağı gözler önüne serilmiştir. Öte yandan AB içerisinde önemli bir yere sahip olan İngiltere’nin Brexit sonrası AB politikaları da ortaya çıkan sorulardan biridir. Bu bağlamda İngiltere’nin tavrı ve izlediği yol haritası anlatılmaya çalışılmıştır. Brexit sürecinin gelişim ve sonuç evlerini tek boyutla analiz etmek mümkün değildir. Bunun nedeni sürecinin tek bir sebepten ortaya çıkmayışıdır. Dolayısıyla sürecin siyasi, ekonomik, toplumsal boyutları, Brexit’in anlamlandırılması açısından önemlidir.


ÖZET

İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne girmiş olduğu tarihten bu yana kendini Avrupalı kimliğiyle özdeşleştirememesi ve bununla beraber ülkede yaşanan Avrupa karşıtlığı ülkeyi 23 Haziran 2016 tarihli Brexit referandumuna götürmüştür. İngiltere ve AB için büyük bir kırılma noktası teşkil eden referandum sonucunda ayrılma yönünde çıkan karar, politika yapıcıları Brexit sürecini gerçekleştirmeye zorunlu bırakmıştır. Referandum hem İngiltere iç siyaseti hem de AB politikaları konusunda çok yönlü sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Referandum sonrası ülkede yaşanan belirsizlikler ve var olan Avrupa şüpheciliğinin artması sürecinin daha da hızlanmasına sebep olmuştur.

Brexit referandumu sonrası İngiltere ekonomisinin analizi ise ekonomik bir örgüt bazında adlandırdığımız Avrupa Birliği’nin gerçekten İngiltere gibi büyük bir ekonomiye bile sunduğu katkıları anlamak açısından önemlidir. Makalede yapılmaya çalışılan çok boyutlu analizin diğer ayağında ise Avrupa entegrasyonunun varsayımsal modelleri üzerinde bir analizi gerçekleştirilmiş ve AB’nin geleneksel entegrasyon modellerinin yetersiz kalacağı gözler önüne serilmiştir. Öte yandan AB içerisinde önemli bir yere sahip olan İngiltere’nin Brexit sonrası AB politikaları da ortaya çıkan sorulardan biridir. Bu bağlamda İngiltere’nin tavrı ve izlediği yol haritası anlatılmaya çalışılmıştır.

Brexit sürecinin gelişim ve sonuç evlerini tek boyutla analiz etmek mümkün değildir. Bunun nedeni sürecinin tek bir sebepten ortaya çıkmayışıdır. Dolayısıyla sürecin siyasi, ekonomik, toplumsal boyutları, Brexit’in anlamlandırılması açısından önemlidir.

Anahtar Kelimeler: BREXİT, İngiltere, Avrupa Birliği, Entegrasyon, Ekonomi

 

ABSTRACT

Since Britain's accession to the European Union, the inability to identify with its European identity and the anti-European stance in the country led the country to the Brexit referendum on June 23, 2016. The decision to leave as a result of the referendum, which constituted a major breaking point for the UK and the EU, forced policy makers to carry out the Brexit process. The referendum has produced multifaceted results on both British domestic politics and EU policies. The uncertainties experienced in the country after the referendum and the increasing European skepticism caused the process to accelerate even more.

The analysis of the UK economy after the Brexit referendum is important in terms of understanding the contributions of the European Union, which we named on the basis of an economic organization, to even a large economy such as the UK. In the other leg of the multidimensional analysis that is tried to be done in the article, an analysis has been performed on the hypothetical models of European integration and it has been revealed that the traditional integration models of the EU will be insufficient. On the other hand, the post-Brexit EU policies of Britain, which has an important place in the EU, are also one of the questions that arise. In this context, the attitude of Britain and the road map it follows has been tried to be explained.

It is not possible to analyze the development and result houses of the Brexit process in one dimension. This is because the process does not occur for a single reason. Therefore, the political, economic and social dimensions of the process are important in terms of making sense of Brexit.

Keywords: BREXIT, UK, European Union, Integration, Economy

 

GİRİŞ

İngiltere’nin Brexit sonrası Avrupa Birliği’nden ayrılışı birçok soruyu da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla bu soruları cevaplamak için Brexit’in her yönüyle analizini gerçekleştirmek gerekmektedir. Bu bağlamda İngiltere’nin AB içerisinde hiçbir zaman kendini Avrupalı hissetmediği argümanı ile hareket ettiğim makalede, yine çıkış serüveninde Avrupa şüpheciliği kavramı ile bağlantılı olduğunu vurguladım. Brexit süreci aynı zamanda Avrupa entegrasyonu içinde çok büyük bir kırılma noktası olmuştur. Bu kırılma beraberinde AB içerisinde farklı senaryoların yürütülebileceğini gözler önüne sermiştir. Fakat süregelen AB politikaları Brexit konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizlik nedeniyle AB, artık ezberlemiş olduğu politikaları bir kenara bırakmalıdır.

İngiltere, AB’nin kendisine sağlamış olduğu avantajları bir kenara bırakıp sonucunu göze aldığı bir ayrılış serüvenine imza atmıştır. İngiltere içerisinde yaşanan AB karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı İngiltere’yi Brexit’e götüren siyasi etmenlerin başını çekmiştir. Bu durum İngiltere iç siyasetinde de bir propaganda malzemesi olmuştur. Örneğin; David Cameron ulusal seçim sürecinde Brexit referandumu yapılacağını dillendirmiş ve kendi siyasi çıkarları için kullanmıştır. Ülke içersinde AB’ye olan anti-sempati dolayısıyla kullanılabilecek bir argümana dönüşmüştür.

Çalışmanın amacı Brexit sürecinin tek boyuttan analizinin yetersiz kalması ve bu nedenle birçok yönden Brexit sürecinin analizini gerçekleştirmektir. Süreç sonrası İngiltere’nin izleyeceği ve yaşayacağı birçok probleme de bu bağlamda yer verilmiştir. Bu çalışmada İngiltere’nin Brexit serüveninin gelişimi, aynı zamanda AB ve İngiltere için doğurduğu etmenler araştırılmaya çalışılmıştır. AB’nin İngiltere’ye sunduğu avantajlar ve dezavantajlar üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda İngiltere halkının avantajları göz ardı etmesinin temel siyasal sebebinin Avrupalı kimliği ile özleştirememesi olduğu vurgulanmıştır. Araştırmanın genelinde “Nitel Araştırma Yöntemleri”nden yararlanılarak analiz gerçekleştirilmiştir.

1.  İNGİLTERE’Yİ BREXİT’E GÖTÜREN SİYASİ ETMENLER

      İngiltere’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkileri, girdiği tarihten bu yana inişli çıkışlı olmuştur. Bilindiği üzere I. ve II. Dünya savaşları Avrupa kıtasında yıkıcı sonuçlar yaratmıştı, savaşlar resmen Avrupa kıtası ülkelerinin; tarım, sağlık, endüstri ve en önemlisi güvenlik alanlarına darbe vurmuştu. Dolayısıyla bütünleşme fikri tam da bu yıkılmışlığa bir çözüm arayışından çıkmıştır. Özellikle büyük Britanya İmparatorluğu’nun ekonomisi bile savaşlardan sonra ABD’nin yardımına muhtaç kalmıştır. Her ne kadar savaşlar sonrası İngiltere, ABD yanlısı bir politika izlemiş olsa da AB’nin bütünleşme çabalarına eleştirel bir gözle bakmıştır. Bu durumun nedeni için İngiltere’nin kendini Avrupa Kıtası ülkelerinden ayrı tutması veyahut üstün görmesi şeklinde bir yorum yapılabilir (Inglehart ve Norris, 2016, ss.17-18).

    İngiltere’yi Brexit’e götüren birçok sebep olmasına karşın çalışmada siyasi sebep üzerinde durulacaktır. İngiltere tarihi açıdan etnik ve kültürel değerlere önem veren bir ülke konumundadır. Bu bağlamda AB’ye girdiği günden itibaren kendini kültürel anlamda Avrupalı terimi ile özdeşleştirmemiştir. AB’yi oluşturan ülkelerin bağımsızlıklarını yeni kazanan ülkelerden oluşması ve İngiltere’nin ise köklü bir geçmişi oluşu yine kendini bu birlikte farklı bir yerde tutmasının sebeplerindendir. Bunun yanı sıra İngiltere, krallık kültürüyle özdeşlemiş bir ülkedir, bu bağlamda kendi kimliğini kaybetme korkusu, İngiltere’nin göze alabileceği bir durum değildir. Öte yandan bu kimlik kaybı tehdidinin ülke egemenliğine zarar verebileceği korkusu yine İngiltere’nin AB oluşumu içerisinde kendini rahat hissedemediğinin göstergesidir (Emsen, 2018, s.75).

     İngiltere açısından AB üyeliği bir anlamda uluslararası siyasette ve güvenlik konularında sahip olduğu yetkileri ulus-üstü bir kuruma devretmekle eş değer görülüyordu. Bakıldığı zamanda da AB’nin yardım programlarının birçoğuna İngiltere’nin isteksiz bir tavırla yaklaştığını görüyoruz. Örnek vermek gerekirse, Yunanistan’da yaşanan ekonomik krizin faturasının İngiltere’ye kesilmesi, İngiltere’nin artık ciddi anlamda bir egemenlik tehdidine maruz kaldığını düşünmesine yol açmıştır. İngiltere, Brüksel’den gelen zorunlu uygulamalara katılmak istemiyordu, yine bu düşüncelerde İngiltere’yi birlikten ayrılmaya itmiştir (Koeign, 2016, ss.1-17).

    Bütünleşmeyle birlikte ortaya çıkan Avrupa Vatandaşlığı kavramı ise üye devletlerde yaşayan vatandaşlara özel imtiyazlar vermekteydi. Bu bağlamda serbest dolaşımın yaygınlaşmasıyla vatandaşlar istedikleri ülkelere gidip buralarda çalışma ve yaşama hakkı elde edebiliyorlardı. İngiltere ise bu bağlamda en çok ziyaret edilen ve yaşanılan ülke olmuştu, dolayısıyla İngiltere’ye bu durum artı bir ekonomik yük getiriyordu. Ekonomik açıdan ülke zaman zaman sıkı para politikalarına yöneliyor ve kısıtlamalara gidiyordu. İlerleyen zamanlarda ise bu kısıtlamalar İngiltere’nin yatırımlarına engel olmaya başlamış ve ülkenin kendi vatandaşlarının hükümete tepkisine yol açmıştır. İngiltere’nin kendi vatandaşlarının yaşam standartların düşmeye başlaması da ülkede AB’ye karşı bir tutum sergilenmesine yol açmıştı. Bununla birlikte ülkedeki yabancı düşmanlığının da artmaya başlamasıyla, İngiltere bu durumdan endişe duymuş ve ülkeyi birlikten ayrılmaya iten en önemli siyasal sebeplerden biri bu yabancı düşmanlığı olmuştur (Hosoe, 2016, ss.17-27).

   İngiltere’de bütün bu sayılan sebeplerin dışında var olan bir Avrupa Şüpheciliği kavramından bahsetmek mümkündür. Margaret Thatcher döneminde ortaya çıkan bu kavram genel itibariyle Avrupa bütünleşmesine şüphe ile yaklaşma ve karşı olma anlamına gelmektedir. Bu kavram bağlamında AB’nin giderek daha federal bir yapıya dönüşeceği korkusu ülkede hâkim olmaya başlamıştır. Belki de İngiltere’nin kolonici bir yapıdan gelmesi bu birliğin de federal bir yapıya dönüşmesi ile ilgi korkunun temeli olabilir. Bunun yanı sıra ülkedeki serbest dolaşımın sosyal alandaki olumsuzlukları ve buna bağlı yaşanan hükümet karşıtlığının önlenmesi, iç siyasette gücünü korumak ve halkın desteğini tekrar sağlamak adına Brexit referandumuna gidilmiştir. Genel itibariyle özetlemek gerekirse ise; federalizm karşıtlığı, bağımsızlığın ve egemenliğin kaybı, yabancı düşmanlığına bağlı AB karşıtlığı gibi konular ülkede Brexit sürecinin siyasal ayağını oluşturmuştur (Kaufmann, 2016, s.5).

2. İNGİLTERE’NİN REFERANDUM KAMPANYASI VE SONRASINDA GELİŞEN

    SÜREÇ

    Mayıs 2015 tarihinde yapılan İngiltere genel seçimleri sonunda David Cameron iktidara gelmiş ve Muhafazakâr Parti’nin dönemi başlamıştır. Seçimlerden önce David Cameron, iktidara gelebilmek ve rakibi UKIP’i alt etmek için Avrupa Birliği ile alakalı değişimler yapılacağını bu bağlamda AB içerisinde kalıp kalmama konusunda ise ülkede bir referanduma gidileceğini söylüyordu. Bu söylemde ise ülkedeki AB karşıtlığının kullanıldığını görüyoruz. Ülkedeki bu karşıtlığın boyutunu anlamak adına iç siyasal propagandalara malzeme oluşuna bakmak yararlı olacaktır. İngiltere’nin seçim propogandalarına malzeme olan AB üyeliği, Cameron’a seçimi kazanmıştır. Nitekim seçimden sonra da Cameron söylediğini yapmıştır.

  David Cameron seçim süresince İngiltere’ye referandum sözü vermiş 23 Haziran 2016 tarihinde ise bu sözü tutmuştur. Fakat burada farklılık arz eden durum Cameron’un tutumudur. Her ne kadar referandum yapılması gerektiğini söylemiş olsa da referandum süresince AB’de kalınması yönünde propaganda yapmıştır (Kutlay, 2017, ss.7). Cameron, tutumu konusunda iki öngörü öne sürülebilir bunlardan ilki; Cameron’un seçim sonuçlarını ön görememesi ve sonrasında devralmış olduğu iktidarın Brexit sonrası yaşayacağı ekonomik sıkıntıları önleyemeyeceğini düşünmesidir. İkinci öngörü; Brexit sonrası yaşanacakların Cameron’un itibarına zarar vereceği ve iktidarı kaybedeceği korkusudur.

  İngiltere’de resmen ikiye bölünmüş bir seçim kampanyası yürütülmüştür. Bir tarafta ayrılma yanlıları olurken diğer tarafta AB’de kalma yanlıları vardır. AB’de kalma yanlıları “Bremain” şeklinde anılırken ayrılma yanlıları ise “Brexit” olarak adlandırıldılar (McMahon, 2017, ss.1-7). Bu bağlamda birlikte kalma yanlılarının sayısı az olmakla birlikte yine de referandum süresince çalışmaları oldukça fazlaydı. AB’de kalmak isteyenlerin bu fikirdeki temel düşünceleri ise özetle;

1        Brexit sonrası, İngiltere’nin Avrupa kıtasında yalnız kalabileceği,

2        İthalat ve ihracat konularında AB’nin sağladığı avantajların, ayrılık sonrası ekonomiye getireceği yük,

3        Serbest dolaşım sayesinde İngiliz vatandaşlarının avantajları ve bu bağlamda İngiliz vatandaşlarının İngiltere’nin GSYDH’sine sağladığı katkılarının fazla olduğu görüşlerini savunmaktaydılar (Emsen, 2018, ss.64-65).

   23 Haziran seçim günü geldiğinde ise İngilizler resmen bir şok yaşamışlardır. Seçim öncesi yapılan anketlere göre AB’de kalma yönünde bir sonuç çıkacağı düşünülüyordu fakat bunun aksine İngiltere’nin kararı ayrılma yönünde olmuştur.  İngiltere açısından referandum AB ‘den ayrılmak için en büyük adım olmuştur. Seçim sonuçlarına bakıldığında kayıtlı seçmenlerin %72’sinin katılım sağladığı referandumda %51,9 oranında ayrılma oyu kullanılırken %48,1 kalma yönünde oy kullanılmıştır (Kutlay, 2017, s.11). Sonuçlara bakıldığında ise önemli olan bulgu şu şekildedir; İngiltere’nin entegrasyona olumlu bakan ve küreselleşme eğilimlerini benimsemiş olan, “kozmopolitanizm” yanlısı, refah seviyesi yüksek kesimleri yani  Londra ve çevresi, AB’de kalma yönünde oy kullanırken; daha kırsal kesim diye nitelendirilebilecek olan ve İngiltere içerisindeki milliyetçi akımların ön plana çıktığı aynı zamanda ise işçi kesimin yoğun olduğu Kuzey İrlanda ve İskoçya bölgeleri, ayrılma yönünde oy kullanmışlardır (Kutlay, 2017, s.23). Bu nedenle Brexit referandumu İngiltere için şunu göstermiş oldu; küreselleşme ve entegrasyona uyum sağlayan kesim ile entegrasyonun dışında kalan kesim arasında keskin bir ayrışma vardır. Dolayısıyla bu ayrışma İngiltere’nin geleceği üzerinde de önemli bir rol oynamaktadır (Kutlay, 2017, s.12).

   Referandum söylemi her ne kadar David Cameron’a ulusal seçimi kazandırmış olsa da sonucu iktidarını kaybettirmiştir. Cameron seçim sonrası başbakanlıktan ve Muhafazakâr Parti liderliğinden istifa etmiştir. 2016’ın temmuz ayından itibaren ise Theresa May Başbakanlık görevine gelmiş ve Brexit sürecini yönetecek isim olmuştur. May’ın iktidarı devralması oldukça krizli bir dönemde olmuştur. Sonuçlar bağlamında bakıldığında, İskoçya ve İrlanda’nın tavrı Birleşik Krallık’tan ayrılma sinyalleri vermiştir. Dolayısıyla bu iki bölgeyi Birleşik Krallık’ta tutmak ve Brexit’i en az hasarla İngiltere’ye atlattırma görevi de May’e düşmüştür (Örmeci, 2017, ss.54-55).

    Referandum sonrası bir belirsizlik süreci yaşanmıştır. Bu süreçte hükümet tarafından da net bir açıklama gelmemesi ülkede gerginliğe sebep olmuştur. Fakat ülkede seslerin giderek yükselmesiyle birlikte Theresa May, 2 Ekim 2016 tarihinde Muhafazakâr Parti’nin Ulusal Kongresinde konuşmuş ve şu sözlerle referandumun sonucunda AB’den çıkılması için gerekenlerin yapılacağını taahhüt etmiştir. Konuşmasında, “İngiliz toplumu 23 Haziran’da değişiklik için oy vermiştir. Ülkemizde sessiz bir devrim gerçekleşmiştir. Brexit Brexit’tir ve onu başarıyla sonuçlandıracağız.” demiş ve konuşmasının ardından ise resmi süreci başlatacak olan Avrupa Birliği Anlaşması (ABA)’nın 50. maddesini Mart 2017’de hayata geçireceğini söylemiştir (Kutlay, 2017, ss.13-14).

   Sonuç olarak referandumda AB’den ayrılma kararının çıkması, İngiltere’nin iç siyasetini ve uluslararası ilişkilerini belirsiz bir yola sokmuştur. Referandum sonuçlarına bakıldığında asıl önemli olan ülkede gözler önüne serilen iki farklı kesimdir. Evet oyu veren kesimin, küreselleşmeyle olan bağı ve aynı zamanda refah seviyesi yüksek bir kesimden oluşması serbest dolaşımın ekonomik getirisine odaklandıklarını göstermektedir. Bu ekonomik getiri için evet oyu kullanılmasındaki etken olduğu söylenebilir. Diğer yandan hayır oyu veren kesimin daha kırsal bölge oluşu ve işçi sınıfının ağırlığı oluşturması, AB’ye bakış açısının daha radikal olduğunu göstermektedir. Bu perspektiften bakıldığında ise referandumun, İngiltere’nin temel problematiğini gözler önüne serdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

3. BREXİT SÜRECİ’NİN İNGİLTERE EKONOMİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

    Brexit sürecinin İngiltere ekonomisi üzerindeki etkileri çoğu ekonomiste göre karamsar bir havada ele alınmaktadır. Fakat geldiğimiz yıl itibariyle aslında İngiltere’nin süreci toparlamaya çalıştığını da söylemek yanlış olmayacaktır.

  İngiltere’nin ithalat ve ihracat yaptığı ülkelerin çoğunluğunun AB üyesi devletlerden oluşması Brexit sonrası bu duruma zarar vermiştir. Ortak Pazar ile İngiltere, ekonomik alanda yaptığı anlaşmalarının çok üstünde kazanımlar elde ediyordu. Dolayısıyla AB üyesi devletler arasındaki ticari ilişkiler engellere takılmadan ve daha az maliyetle devam ediyordu. AB üyesi devletler dışında, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı bir kısım devletler de bulunmaktadır. Türkiye, Güney Afrika ve İsviçre gibi ülkeleri de bu ticaret ağına kattığımızda aslında AB’nin sağlamış olduğu bu avantajlar Brexit ile birlikte geri çevrilmiş olmuştur (Kılcı, 2018, s.8). Fakat 2010-2014 yılları arasında Avrupa’da yaşanan ekonomik krizi düşündüğümüzde bu avantajların yanında dezavantajların da ortaya çıktığı görülmektedir. Brexit’e gidilmeden önce artan maliyetler bu avantajları geri plana itmekteydi.

   Öte yandan AB’nin üye devletlerle yapmış olduğu çift taraflı anlaşmalar Brexit ile birlikte İngiltere için geçerliliğini yitirmiştir. Dolayısıyla İngiltere bu devletlerle zaman alıcı bir anlaşma serüvenine girmek zorunda kalacaktır. AB’nin olmayışı, İngiltere’nin pazarlık gücünü de etkileyecektir bu durum da daha az kârlı anlaşmalara imza atmasına sebep olabilir. Bu açıdan bakıldığında Avrupa gibi büyük bir pazarla İngiltere’nin pazar alanını kıyaslarsak Avrupa ile anlaşma yapmak diğer devletler için daha karlı olacaktır. Dolayısıyla İngiltere’nin ticaret alanının zayıflayacağını söylemek gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse, Çin’in Avrupa’ya ortalama ihracatı İngiltere’ye kıyaslandığında ortalama yedi kat fazladır (Kılcı, 2018, s.9).

  Brexit sürecinin kısa, orta ve uzun dönemde İngiltere ekonomisi üzerinde değişikliklere yol açtığı ve açacağı yadsınamaz. Kısa dönemde; sterlindeki düşüş gözler önündeydi her ne kadar toparlanma sürecine girmiş olsa da sterlindeki düşüş orta vadede İngiltere’de enflasyonu tetikleyebilir buna bağlı olarak gelir azalması beklenebilir. Uzun vadede ise Brexit’in getirdiği politik istikrarsızlık sonucu askeri harcamalarda artış ve tüketime yönelik harcamalarda ise azalış beklenen durumlardandır (Alakbarov, 2018, s.85).

  AB’nin gelecek yıllardaki büyüme potansiyeli, Brexit’in İngiltere’nin ekonomisi üzerindeki etkilerini doğrudan değiştirebilecektir. Bunun nedeni ise AB’nin hali hazırda hem bölgesel hem de devlet bazlı yapmış olduğu ticaret anlaşmalarının varlığıdır. AB eğer bu anlaşmaları devam ettirirse İngiltere’nin ticaret ağının zayıflaması kaçınılmaz olacaktır (Kılcı, 2018, s.10).

4. BREXİT SONRASI AB’NİN ENTEGRASYON SENARYOLARI

    Brexit sürecinin AB entegrasyonuna etkisinin kaçınılmaz olacağı aşikardır. Burada İngiltere’nin AB’den ayrılan ilk ülke olması dolayısıyla AB içerisinde bir problematik yaratmıştır. Bu problematik İngiltere ile başlayan bu ayrışmanın devam edip bir yıkıma sebep olup olmayacağıdır.

  Bilindiği üzere AB her genişleme dalgasının ardından bir derinleşme yaratmış ve denge sağlamaya çalışmıştır. Peki Brexit sonrasında da bu denge sağlanabildi mi? İngiltere’nin çıkış süreci tamamlanmış olsa dahi hala AB içerisinde taahhütleri devam etmektedir. Bu nedenle kesin bir söylemde bulunmak hala mümkün değildir. Fakat AB’nin yıkım senaryosunun Brexit ile olmayacağı söylenebilir. Entegrasyon sürekli değişen dönüşen bir kavram olduğundan AB bu duruma derinleşerek veyahut farklılaştırılmış entegrasyon modeliyle cevap verecektir. İlk senaryo yani derinleşme ile cevap verme çok iyi kurgulanmak zorundadır. “Göç Krizi”, “Euro Buhranı” gibi durumlar AB içerisindeki kurumsal sıkıntılarla ilişkilidir. Bu durumlara ek Brexit sürecini de eklersek, kurumsal yönetişimin yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz olacaktır.  Dolayısıyla hızlı bir derinleşme sürecine girilmelidir ve para politikası ve maliye politikası arasındaki dengenin sağlanması gerekmektedir. Fakat bu senaryonun gerçekleştirilmesinin şartı; kaçınılmaz bir federalizme geçiştir. Federal bir Avrupa’ya geçiş sağlanırsa bu hızlı derinleşme süreci başarılı olabilir. Fakat bu yükselen federalizm AB’ye İngiltere’yi kaybettirdi, dolayısıyla bu durumun da riski oldukça büyüktür. Bu senaryonun dolayısıyla uygulanabilirliği tartışmalıdır (Kutlay, 2017, s.19).

  İkinci senaryo farklılaşmış entegrasyondur. Bu senaryoyu “iç içe geçmiş halkalar” şeklinde adlandırmak mümkündür. Burada entegrasyonu farklı seviyelerde benimsemiş ve başarılı olmuş devletlerin farklı halkalarda birleştiği bir yapı vardır. Her bir halkada farklı bir entegrasyon seviyesi vardır ve bu halkalar birbiriyle iç içe geçmiştir. Entegrasyonu başarılı bir şekilde benimseyen devletlerin ortada bir federal halka oluşturması öngörülürken bir sonraki halkayı federal yapıda olmak istemeyen diğer üye devletler oluşturacaktır. Son halka ise üye olmayan fakat entegrasyonun bazı aşamalarına katılmak isteyen devletlerden oluşacaktır. Bu halkalar dolayısıyla üye olmayan devletlerle de ilişkileri kolaylaştırırken; üçüncü halka ise İngiltere ile de iş birliği yapılabileceğini ön görmektedir (Özkural, 2013, ss.177-178). Fakat bu senaryonun da bazı problemleri vardır. Öncelikli her halkadaki farklı entegrasyon seviyeleri farklı hedefleri de ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla böyle bir durum AB içerisinde bu farklı seviyeleri denetleyecek bir kurumsallığa ihtiyaç doğurur. Diğer yandan ise ortak eylem gerektiren konularda hali hazırda zayıflık gösteren AB’nin farklılaşmış entegrasyonda ne derece başarılı olabileceği sorgulanmalıdır (Kutluay, 2017, s.21).

  İngiltere’nin AB içeresindeki en önemli merkez ülkelerden olması birlikten çıkışıyla sorunlara sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla hızlı bir yapılanma sürecine girmesi gereken AB, İngiltere’nin merkez konumunu başka ülkeye/ülkelere devredebilir. Bunlar İngiltere’nin rakibi olan Almanya ve Fransa olabilir. Veyahut ekonomik açıdan İngiltere’nin AB içerisindeki merkez rolünü devralacak ülkelerle hızlı bir bütünleşme ve entegrasyon sürecine girilebilir (Özkural, 2017, s.254).

5. İNGİLTERE’NİN BREXİT SÜRECİ SONRASI AVRUPA BİRLİĞİ   POLİTİKALARI

     İngiltere, Brexit süreci sonrası politikalarını belirlerken hala temkinli ve ayağı yere basan politikalar izlemeye çalışmaktadır. Bunun nedeni İngiltere’nin AB içerisindeki avantajlarının bir anda terk edilmesinin getireceği negatif yönlü etkilerdir. Diğer yandan AB içerisinde İngiltere’nin almış olduğu sorumluluklar azımsanacak nitelikte değildir. Sorumlulukları üç ana başlıkta toplamak gerekirse bunlar; ekonomik ve ticari yükümlülükler, AB vatandaşlarının İngiltere’deki varlığı ve güvenlik ve adalet konularında yapılmış olan iş birlikleridir. Dolayısıyla İngiltere bu üç konuda Brexit sonrası düzenlemelere gitmek durumundadır.

  Ekonomik ve Ticari düzenlemeler konusunda İngiltere Brexit sürecinin tamamlanmasına kadar AB içerisindeki ödemelerine devam edeceğini taahhüt etmiştir. Diğer taraftan Theresa May, Brexit’in yumuşak bir geçişle tamamlanacağını düşünüyordu. Dolayısıyla ayrılma sonrasında da AB üyeleri ile olan ticari ilişkilerin sürdürüleceğini vurguluyordu. May, ayrılmadan sonra da İngiltere’nin, AB’nin birincil ekonomi politikalarında iş birliğinin sürdürüleceğini vurguluyordu. Keza iki taraf içinde ayrılıştan sonra yeni bir ekonomi entegrasyonun daha yararlı olacağı İngiltere’nin vurguladığı noktalardandır (Plomien, 2018, ss.281-295).

  AB vatandaşlarının durumu konusunda ise May, gerekli şartların yerine getirildiği taktirde İngiltere’de kalınması konusunda sıkıntı çıkmayacağını vurguluyordu. Öte yandan AB vatandaşlarının İngiltere’de oturum izni alması konusunda ise üç şart öne sürülmüş bunlar; İngiltere’de yaşıyor olmaları, hüküm giymemiş olmaları, kimliklerini kanıtlamaları idi. Öte yandan AB üyesi olmayan ve birlik ile ilişkileri iyi olan devletler içinde oturum izni programının kullanılabileceği söyleniyordu (Emsen, 2017, s.121).

   Güvenlik ve adalet politikalarından ise İngiltere, Avrupa’nın güvenliği konusunda her zaman iş birliğine açık olunduğunu vurguluyordu. Theresa May ise yargıda oluşabilecek anlaşmazlıkların çözümü için yeni bir kurumsallığa ihtiyaç doğduğunu düşünüyordu. Bu bağlamda Brüksel ile güvenlik ve adalet konularında yeni bir anlaşma imzalanması istediğini dile getirmiştir (Miller, 2016, ss.17-20).

SONUÇ

  Brexit süreci İngiltere ve AB için sancılı ve değişken bir süreç olmuştur. Bunun temel sebebi İngiltere’nin AB’de ayrılan ilk ülke olması ve AB’nin buna karşı geliştirmiş olduğu bir planının olmayışıdır. Dolayısıyla AB, İngiltere’nin birlikten ayrılışından sonra değişme sürecine girecektir. Bu değişme için geliştirilmiş olan birçok argüman vardır. Fakat uzun soluklu bir derinleşme sürecinin de ne derece başarılı olacağı şüphelidir.

  İngiltere’yi Brexit’e götüren birçok sebep olmasına karşın siyasal sebepler halk tabanında ön plana çıkmaktadır. Halkın git gide yabancı düşmanlığının artması ve buna bağlı olarak artan AB karşıtlığı Brexit’in siyasal ayağının temelini oluşturmuştur. David Cameron ise halkın bu karşıtlığını iyi yönlendirmiş ve referandum sözü vererek bir anlamda halkın desteğini sağlamıştır. Başkan seçildikten sonra ise referanduma gitmek zorunda kalan Cameron, referandum sonuçlarını tahmin etmemiş olacaktır ki ayrılma yönünde çıkan karardan sonra istifa etmek zorunda kalmıştır. Referandum sonuçları İngiltere’nin iç siyasal sorunlarının da gözler önüne serilmesi açısından önemli olmuştur. Daha sonraki süreçte Therasa May yönetiminde devam edecek Brexit süreci, bir anlamda halkın devam eden ayrılık isteğinin bir ürünü olmuştur.

  AB üyeliği İngiltere’ye ekonomik yönden de birçok avantaj sağlıyordu. Her ne kadar birlik içerisinde ekonomik yükü fazla olsa da ticaret ağlarının hızlı ve avantajlı gerçekleşmesi İngiltere piyasasının yararına oluyordu. Brexit sonrası İngiltere bu avantajları bir kenara itmiş ve süreci tamamlamıştır. Bundan sonraki süreçte İngiltere ekonomik anlamda kendi ekonomik yaptırımları sayesinde diğer ülkelerle ticari ilişkiler kurmaya çalışacaktır. Uzun soluklu bir anlaşmalar serüvenine girecek olan İngiltere’nin ne derece başarılı olacağı ise sorgulanmalıdır.

  Brexit sonrası ise AB içerisindeki entegrasyonun zarar gördüğü aşikardır. Birçok entegrasyon senaryosu üretilebilecektir fakat bu senaryoların başarısı zaman alacaktır. İngiltere’nin birlik içerisindeki ekonomik merkez konumu AB içerisinde bir arayışa sebep olacaktır. Öte yandan İngiltere’de Brexit sonrası AB içerisindeki sorumluluklarına bir süre daha devam etmiştir. Thera May’in “Yumuşak Brexit” hayali için devam edilen bu sorumluluklar İngiltere’yi Avrupa karşısında daha ılımlı bir hale sokma çabasıdır. May’in hayalini kurduğu “Yumuşak Brexit”in gerçekleştiğini söylemek bir anlamda şu an için mümkündür. Keskin bir kopuş yerine iş birliğine devam edileceği yönündeki söylevler bunu açıkça göstermiştir.

   Sonuç olarak, Brexit süreci AB ve İngiltere için hala etkisi devam eden bir durumdur. Fakat şüphesiz Brexit sürecinin AB’nin güvenilirliğine ve entegrasyonuna zarar verdiği açıktır. İngiltere açısından ise ekonomik anlamda dengesizliklerin giderilmesi ile pişmanlık yaşanmayacaktır. Fakat ticari ağlarının akışı birlik içerisindeki kadar avantajlı olacak mı sorusu ise şüphelidir.

Beyza Karakuş

Avrupa Çalışmaları Stajyeri

                                                             

KAYNAKÇA

Alakbarov, N., (2018).  Brexit’in Politik Ekonomisi. İstanbul: İktisadi Kalkınma Vakfı.

Emsen, D., (2018). İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden Ayrılması (Brexit), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Hosoe, N., (2016). Impact of Brexit: Firm Exit and Lose of Varlety. National Graduate İnstitute for Policy Studies, 16(14), 1-25.

Ingleard, R., Norris, P., (2016). Trump,Brexit, and the rise of Populism:Economic have-noths and cultural blacklash. Harvard Kennedy School, 1-52.

Kaufman, E., (2016). It’s Not the Economy, Stupid: Brexit as a Story of Personal Values. Website, 1-5.

Kılcı, E., (2018). Brexit; Birleşik Krallık ve Euro Bölgesi Açısından Değerlendirilmesi. Sakarya İktisat Dergisi, 7(1), 1-26.

Koenig, N., (2016). EU External Action And Brexit: Relaunch and Reconnect. Jacques Delors Instıtut, 1-18.

Kutlay, M., (2017). ‘Brexit’ Sonrası İngiltere ve AB Bütünleşmesinin Geleceği. Özgürlük Araştırmaları Derneği, (4), 5-24.

McMahon, M., (2017). The İmplications of Brexit for the City, CAGE, (80), 1-5.

Miller, R., (2016). Brexit: impact across policy areas. London: House of Commons Library.

Örmeci, O., (2017). Brexit Referandumu Sonrasında Birleşik Krallık’ın Geleceği. Euro Politika Dergisi, 49-64.

Özkural, N., (2017).  Brexit’ten Sonra Avrupa Entegrasyonu Geleceğinin Esnek Entegrasyon Modelleri Üzerinden Değerlendirilmesi. Siyasal Bilgiler Dergisi, 247-264.

Plomien, A., (2018). EU Social and gender policy beyond Brecit: Towards the European Pillar of Social Rights. Social Policy and Society, 17(2), 281-296.


O-Staj Ekibi
  • PAYLAŞ

YORUMLAR