AB ENTEGRASYON SÜRECİNDE ADAY STATÜSÜNDEKİ DEVLETLERİN ADAYLIK SÜREÇLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

AB ENTEGRASYON SÜRECİNDE ADAY STATÜSÜNDEKİ DEVLETLERİN ADAYLIK SÜREÇLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

  • Araştırma Yazıları
  • 06 Haziran 2021 Pazar
  • 0
  • Okunma : 2573

Bu araştırma yazısında, Avrupa Birliği’ne tam üyelik adına müzakerelerin başlatıldığı beş ülke (Arnavutluk, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Türkiye), öncelikle Avrupa Birliği’yle ortaklık ve adaylık sürecini etkileyen tarihsel arka planlarıyla birlikte açıklanmıştır. Ardından ortaklık ve adaylık süreçleri kronolojik sırayla incelenmiştir. Daha sonra ortaklık ve adaylık sürecinde gelinen nokta değerlendirilmiş, geniş çerçevede aday ülkelerin müzakere süreçlerinde karşılaştığı temel problemler üzerinde durulmuştur. Sonuç bölümü; adayların tam üyeliğini zorlaştıran faktörlerin özetlenmesine, adaylık süreçlerinin güncel durumlarının betimlenmesine ve aday ülkelerin Avrupa Birliği nezdinde kilit rollerine ayrılmıştır.


Öz

Bu araştırma yazısında, Avrupa Birliği’ne tam üyelik adına müzakerelerin başlatıldığı beş ülke (Arnavutluk, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Türkiye), öncelikle Avrupa Birliği’yle ortaklık ve adaylık sürecini etkileyen tarihsel arka planlarıyla birlikte açıklanmıştır. Ardından ortaklık ve adaylık süreçleri kronolojik sırayla incelenmiştir. Daha sonra ortaklık ve adaylık sürecinde gelinen nokta değerlendirilmiş, geniş çerçevede aday ülkelerin müzakere süreçlerinde karşılaştığı temel problemler üzerinde durulmuştur. Sonuç bölümü; adayların tam üyeliğini zorlaştıran faktörlerin özetlenmesine, adaylık süreçlerinin güncel durumlarının betimlenmesine ve aday ülkelerin Avrupa Birliği nezdinde kilit rollerine ayrılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Aday ülkeler, Tam Üyelik, Müzakere Süreci, Entegrasyon

Abstract

In this research paper, five countries (Albania, Montenegro, North Macedonia, Serbia, Turkey) with which accession negotiations for the purpose of full membership in the European Union have been explained with emphasis on their historical backgrounds which influenced their association and candidature processes with the European Union. Subsequently, their respective association and candidature processes have been examined in chronological order. Afterward, the present situation in the candidature process has been evaluated, fundamental problems faced by the candidate countries during the negotiation process have been discoursed upon extensively. The conclusion has been dedicated to the summarization of the factors that are making full membership more difficult for the candidate countries, depiction of the current status of their candidature processes, and the key roles of the candidate countries with respect to the European Union. 

Keywords: European Union, Candidate Countries, Membership, Negotiation Process, Integration

 

Giriş

Avrupa Birliği (AB) adaylık süreci, üye olmak isteyen ülkelerin adaylık başvurusu yapmasıyla başlar. Bu durumda eğer Avrupa Komisyonu (AK) olumlu görüş sunarsa ve Avrupa Parlamentosu (AP) buna onay verirse üyelik başvurusu Konsey tarafından oy birliğiyle kabul edilir. Konseyin başvuruyu kabul etmesi adaylık başvurusu yapan ülkenin adaylığının resmen tanınmış ve kabul edilmiş olması anlamına gelir. Aday statüsündeki ülkeler AB’ye tam üye olabilmek için 1993 senesinde Kopenhag Zirvesi’nde ilan edilen kriterleri yerine getirmekle yükümlüdür (TC Avrupa Birliği Bakanlığı, 2014). Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi, müzakerelerin başlaması için ön koşuldur. AB, aday ülkenin siyasi kriterlere yeterince uyum sağladığına kanaat getirdikten sonra katılım müzakereleri başlar (Ibid, s. 3). Katılım müzakereleri ise aday ülkenin AB müktesebatını bu süreçte kendi iç hukukuna ne derecede aktarabileceğinin ve uyumlulaştırabileceğinin izlendiği süreçtir.

AB, özellikle 2000’li yılların başından beri uyguladığı genişleme politikalarıyla birlikte, uluslararası arenada hem bir birlik arayışında olan hem de Batıyla iş birliği arzulayan ülkeler tarafından siyasi ve diplomatik bir hedef haline gelmiştir. Bu çerçevede 11 Aralık 1999 tarihinde Türkiye’nin, 9 Eylül 2005 tarihinde Kuzey Makedonya’nın, 16 Aralık 2010 tarihinde Karadağ’ın, 27 Haziran 2014 tarihinde Arnavutluk’un, 1 Mart 2021 tarihinde Sırbistan’ın, adaylıkları AB tarafından resmi olarak tanınmıştır. AB’nin 2000’li yılların başında uyguladığı genişleme politikasının ardından değişen konjonktürle birlikte, aday ülkelerin akıbetleri de daha çok merak edilir hale gelmiştir. Bu durumun daha iyi analiz edilebilmesi adına, tüm aday devletlerin müzakere süreçlerinin bütünsel bir şekilde tarihsel bağlamları çerçevesinde incelenmesi faydalı olacaktır. Aynı zamanda, adaylık süreci dinamiklerinin hızlı iniş çıkışları güncel çalışmaların önemini arttırmakta ve yakın tarihe hâkim olunabilmesi adına bu çalışmaları gerekli kılmaktadır. Bu araştırma yazısı da temelde, literatürün belirtilen ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamaktadır.

Türkiye’nin Adaylık Süreci

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren Batı’nın ekonomik ve siyasal politikalarını benimsemiş, dış politika tercihlerinde de ajandalarını bu yönde oluşturan örgütlerle ilişkiler geliştirmeyi tercih etmiştir (Oğuz, 2012). Bu bağlamda Türkiye’nin AB ile ilişkileri 1950’ler gibi çok erken tarihlere dek uzanır. 31 Temmuz 1959 yılında, Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Bu başvurunun Türkiye’nin hem Batı coğrafyasındaki konumunu koruması hem de yeni Cumhuriyetin güvenlik arayışı açısından önemi büyüktür. Öte yandan bu dönemde AB, Türkiye için milli refah düzeyini arttırma ve iç politikada krizlerden kurtulmanın bir anahtarı olarak görülmüştür (Özer, 2009). Başvuru, Türkiye AB ilişkileri açısından bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye bu dönemde ekonomik, politik, sosyal ve kültürel anlamda kendi değerlerini koruyarak Batı’ya yönelme hedeflerini geliştirmeye önem vermiştir. Başvuru döneminde Türkiye’de yaşanan iktisadi, askeri, siyasal ve sosyal sorunlar süreci olumsuz etkilemiş olsa da üyelik müzakereleri, 28 Eylül 1959 yılında başlamıştır. Müzakereler 21 Ekim 1960 tarihine kadar devam etmiştir ve sonucunda gümrük birliğine dayalı ortaklık ilişkisi kararı alınmıştır (Ibid, s. 4). Ortaklık sürecinin temelleri, 12 Eylül 1963 yılında Ankara Anlaşması’nın imzalanmasıyla ve anlaşmanın 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmesiyle sağlamlaştırılmıştır. Ankara Anlaşması, Türkiye AB ilişkilerinde hazırlık, geçiş ve son olmak üzere üç aşama öngörür (Can, 2019). 1963-1970 yılları arası hazırlık dönemini oluşturur ve bu dönemde çoğunlukla AB müktesebatına uyum çalışmaları yapılmıştır. Geçiş dönemiyse, 23 Kasım 1970’te imzalanan ve 1 Ocak 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol ile karakterize olur.

Bu tarihe dek yaşanan olumlu gelişmeler, öncelikle 1970’lerde yaşanan petrol krizinin Türkiye ekonomisini üretemez duruma getirmesi ve 1974 Kıbrıs Krizi’yle ters yüz olmuştur. Bu gelişmelerin üzerine Eylül 1978’de AT, Türkiye ile ilişkilerini tek taraflı olarak durdurmuştur (Özer, 2009). Peşi sıra, 1980 yılının başlarında ilişkilerin canlandırılmasına yönelik kararlar alınmış olsa da 12 Eylül 1980 askeri darbesi ilişkileri tekrar durma noktasına getirmiştir. Avrupa Parlamentosu bu dönemde insan haklarına saygı ve demokratik özgürlükler tesis edilene dek Türkiye’ye yapılan mali yardımların durdurulması ve Türkiye’nin geçiş dönemi yükümlülüklerinin yerine getirilmemesi sebebiyle 1978-1988 gümrük indirimlerinin durdurulmaması kararını almıştır (Oğuz, 2012).

1983 yılında sivil idarenin tekrar kurulmasıyla Türkiye’nin dışa açılma politikaları yeniden hız kazanmıştır (SDÜ AB Dokümantasyon, Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2015). Bunun ardından Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde, AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ancak 1980’li yılların sonlarında, AB’nin öncelikleri yavaş yavaş farklılaşmaya başlamıştır. Soğuk Savaşın bitimiyle, Avrupa ülkeleri Türkiye’den ziyade Merkez ve Doğu Avrupa Ülkeleri’yle ilişkilerini geliştirme yönünde adımlar atmıştır (TC Dış İşleri Bakanlığı, 2019). Bu nedenle Türkiye’nin üyelik başvurusu bu dönemde arka planda kalmıştır. Bunun yanında ülkedeki yüksek nüfus artışı, işsizlik, sosyal güvenlik farkı, yüksek enflasyon, tarım sektörüne olan bağlılık AT’nin Tek Avrupa Projesi açısından endişe verici olmuştur (Oğuz, 2012). Ayrıca demokrasi ve insan hakları konularında reform gereklilikleri, Kıbrıs sorunu ve Yunanistan ile yaşanan sorunlar topluluğun altını çizdiği diğer noktalardır.

1990’lı yıllar AB-Türkiye ilişkilerinin canlandığı yıllar olmuştur. Nitekim 6 Mart 1995 yılında, Türkiye ile AT arasında sanayi ürünleri bağlamında gümrük birliğinin tam olarak kurulması aşamasına gelinmiştir (Özer, 2009). Bu kararla birlikte Ocak 1996 itibariyle Türkiye AT arasında gümrük birliği yürürlüğe girmiştir ve böylece yirmi iki yıl süren geçiş dönemi tamamlanmıştır. 16 Temmuz 1997 tarihinde AB, genişleme stratejilerinin belirlendiği Gündem 2000 Raporu’nu yayınlamıştır ve bu raporda Türkiye’nin, yaşadığı siyasi ve ekonomik problemler sebebiyle genişlemeye dahil edilmediği belirtilmiştir (Oğuz, 2012). Benzer bir karar Aralık 1997’de gerçekleştirilen Lüksemburg’daki zirvede de belirtilince Türkiye Hükümeti tepki olarak AB ile siyasi diyaloğunu askıya almaya karar vermiştir. 1998 yılında, öncelikle Cardiff Zirvesi ve ardından gerçekleşen Viyana Zirvesi’yle birlikte Türkiye-AB ilişkilerinin geliştirilmesi adına kararlar alınıp Türkiye’ye iletilmiştir. Bu gelişmenin ardından 1999 yılında Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylık statüsü resmi olarak tanınmıştır. Bu kararda, Fransa ve Almanya’da Türkiye’nin adaylığına ılımlı bakan hükümetlerin göreve başlaması etkili olmuştur (TC Dış İşleri Bakanlığı, 2019). Bu kararla birlikte 40 yıl süren üyelik hedefi doğrultusunda somut bir adım atılmış ve AB ile ilişkilerde önemli bir eşik aşılmıştır.

2003 yılında TBMM’de Avrupa Uyum Komisyonu kurulmuştur. Aynı yıl AB tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tanınması ve sınır anlaşmazlıklarının barışçıl yollarla çözülmesi konularına ağırlık vermiştir (Özer, 2009). Tam üyelik müzakerelerinin yapıldığı ilerleyen yıllarda da bu konudaki siyasi eleştiriler devam etmiştir. 16 Aralık 2004 tarihinde Brüksel Zirvesi’nde AK, Türkiye’nin gerekli siyasi kriterleri yerine getirdiğini belirterek 3 Ekim 2005 tarihinde katılım müzakerelerine başlanabileceğini duyurmuştur. 2007 yılına gelindiğinde, AB Komisyonu Türkiye limanlarını Rumlara açmadığı sürece hiçbir müzakerenin kapatılmaması kararını almıştır (Oğuz, 2012). 1 Aralık 2009’da yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması’yla 2000’li yılların başlarında canlılık ve hızla süren Türkiye-AB ilişkilerinin yavaşladığı görülmektedir. Bu durumun en belirgin sebepleri Kıbrıs sorununun somut olarak müzakerelere yansıması, Avrupa’daki siyasi değişimler, 2008 küresel ekonomik krizi ve Türkiye’de yaşanan iç çalkantılar olarak belirginleşir (Ibid, s.60). AK, 2012 yılında kötü giden ilişkilerin iyileştirilmesini ve canlandırılmasını amaçlayan Pozitif Gündem’i yayınlamıştır (Akçay, 2017). AB adına Pozitif Gündem’in ilk yıllarındaki olumlu iklim, hükümetin 2013 yılı haziran ayında başlayan Gezi Parkı Protestolarına karşı tutumuyla birlikte yerini AB değerlerine bağlılık bağlamında şüpheye bırakmıştır. Protestolar üzerine Youtube ve Twitter gibi sosyal medya ağlarına getirilen erişim engelleri AB tarafından endişe verici olarak yorumlanmış, kuvvetler ayrılığının uygulanması ve temel hak ve özgürlüklerin korunması konusunda kaygıya sebep olmuştur (Ibid, s. 48). Yayınlanan yıllık raporlarda, hükümetin aldığı tedbirlerin AB’nin temel değerleri olan insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri göz ardı ettiği belirtilmiştir. Bu dönemde Türkiye’ye ifade ve basın özgürlüğü, yargının bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, yolsuzluk, %10 seçim barajı, hukukun üstünlüğü, din ve vicdan özgürlüğü konularında eleştiriler yapılmaya başlanmıştır (European Commission, 2014). Kısa bir süre sonra, 15 Temmuz 2016 yılında Fethullahçı Terör Örgütü tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi, Türkiye-AB ilişkilerinin iyice yavaşlamasına yol açmıştır (TC Dış İşleri Bakanlığı AB Başkanlığı, 2019). AB, darbe girişimini kınamakla birlikte, olağanüstü hâl uygulayarak sert tedbirler alması sebebiyle Türkiye’yi eleştirmiştir.

2018 İlerleme Raporu’nda, olağanüstü hâlin devam etmesi gerekçesiyle meydana gelen hak ihlalleri üzerinde durulmuş ve olağanüstü hâlin kaldırılması konusunda çağrı yapılmıştır. Aynı yıl Venedik Komisyonu’nda, 2017 yılında gerçekleştirilen referandum sonrasında başkanlık sistemine geçilmesiyle yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının tehlikeli bir duruma geldiği belirtilmiştir (AB Türkiye Delegasyonu, 2018). Bunun yanında ifade özgürlüğü ve temel insan hakları konularındaki gerilemenin altı çizilmiştir (European Commission, 2018). 2019 Yılı Raporu’nda da benzer bir şekilde insan hakları ve temel özgürlüklerin ihlalleri, OHAL uygulamaları hususundaki endişeler yinelenmiştir. Buna ek olarak 2018 yılının ilk yarısında başlayan ve gittikçe büyüyen ekonomik krizin kaygı verici olduğu belirtilmiştir (AB Türkiye Delegasyonu, 2019). 2020 tarihli İlerleme Raporu’nda, Güneydoğu’da seçimle kazanılan illerin belediyelerine kayyum atanmasının üyelik için gerekli olan kamu yönetimi reformuna henüz tam olarak hazır olunmadığı yönünde ifadeler yer almıştır. Bunun yanında yargı sisteminde, insan haklarında, ekonomide gerilemenin devam ettiğinin üstünde durulmuştur (Ibid, s. 24). İlerleme Raporlarında belirtilen endişelerin geldiği son nokta, 10 Mayıs 2021 tarihinde AP’nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin askıya alınması çağrısı raporunun kabul edilmesi olmuştur. Rapor genel anlamda temel insan hakları ihlalleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında eleştirilerden oluşmaktadır ve karar tasarısı büyük bir oy farkıyla kabul edilmiştir (Aydemir, 2021).

Kuzey Makedonya’nın Adaylık Süreci

1989 yılında Berlin Duvarı yıkılmasının ardından öncelikle Sovyetler olmak üzere hemen hemen tüm Doğu Avrupa, egemenliğini sürdüren komünist rejimlerin yıkılışına sahne olmuştur (Caka, 2011). Sovyetler’de yaşanan çözülmenin peşi sıra Yugoslavya’nın dağılmasının ardından 8 Eylül 1991 yılında Kuzey Makedonya[1]’da da referandum yapılmış, 17 Eylül 1991 yılında ülke bağımsızlığını ilan etmiştir. Yugoslavya’nın dağılışının ardından şiddet yaşanmadan bağımsızlığını kazanabilmiş tek devlet Kuzey Makedonya Cumhuriyeti olmuştur. Bu durum, AB yetkilileri tarafından bir “başarı hikayesi” olarak anılmıştır (Gjul, 2019).

Kuzey Makedonya, Orta Çağ’dan itibaren, bünyesinde birçok farklı etnik ve dini kökene bağlı insana ev sahipliği yapmıştır. Öyle ki, 2002 verilerine göre Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde Makedonca, Arnavutça, Türkçe, Boşnakça, Hırvatça ve Sırpça olmak üzere altı farklı dil konuşulmaktadır (Ibid, s. 53). Resmi dili Makedonca olan ülkenin gramer yapısı Bulgarca’ya çok yakın olduğu için Bulgarlar, bölgede konuşulan dilin kendilerine ait olduğunu iddia etmiş ve bu “dil kavgası” Kuzey Makedonya’nın bağımsızlığının ilanının çok sonralarına dek varlığını sürdürmüştür (Ibid, s. 53). Bulgaristan’ın dil meselesine olan bu yaklaşımı, 1990’lı yılların sonlarına gelindiğinde AB’nin de müdahaleleriyle çözüme kavuşturulmuş, Bulgar devleti Makedonca’yı dil olarak kabul etmiştir.

Dil kavgasında da görüldüğü gibi, Kuzey Makedonya’nın bağımsızlığının ilanıyla birlikte yaşadığı problemler çoğunlukla kültürel ve etnik temelli olmuştur. Bu kültürel ve etnik temelli problemler özellikle sınır komşuları Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Kosova ve Arnavutluk ile yaşanmıştır. Benzer bir şekilde, Yunanistan ile yaşadığı isim ve bayrak krizi bu duruma örnek olarak verilebilir. Yunanistan’ın bu dönemdeki iddiası, Makedonya Cumhuriyeti kendi topraklarına yönelik hak iddia ettiği ve güvenliğine karşı tehdit oluşturduğu yönündeydi (Armonaite, 2019). 1994 yılında Yunanistan’ın tepki olarak Makedonya Cumhuriyeti’ne uyguladığı ekonomik ambargo, ülkenin ekonomisini ve dolayısıyla AB sürecini olumsuz etkilemiştir. Ardından 1995 yılında Makedonya’nın Avrupa Konseyi’nde AB pazarına girişin serbestleşmesi kararı alınmıştır ve bu sayede Kuzey Makedonya-AB ilişkilerinde önemli bir aşama kaydedilmiştir.

AB, 1996 yılında aday devletlere uygulamış olduğu ekonomik yardımı, Kuzey Makedonya’yı da kapsayacak şekilde genişletmiştir (Gjul, 2019). 1999 yılında, Kuzey Makedonya’da bir mülteci krizi patlak vermiştir. Bu anlamda Kosova’dan kabul edilen 360.000 Arnavut göçmenin ülkenin güvenliği için büyük bir tehdit oluşturduğu iddia edilmiştir (Ibid, s. 61). AB, her ne kadar krizin kontrol altına alınması için çaba sarf etmişse de, olayların 2001 yılında çeşitli Arnavut grupların (UÇK, Kosova Kurtuluş Ordusu) Kuzey Makedonya’ya girerek silahlı çatışmaya başlayarak hak iddia etmesine engel olamamıştır. Bölgedeki bu istikrarsızlık, AB ve Kuzey Makedonya taraflarını çözüm arayışında birbirine yaklaştırmış, 9 Nisan 2001’de taraflar arasında İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır. Ancak bu dönemde hala UÇK’nin silahlı saldırıları devam etmiş ve bu durum Kuzey Makedonya’nın güvenliğini tehdit etmiştir. AB, bu durumda ABD ile birlikte Kuzey Makedonya’nın direnişini kabul edip desteklemiş, ancak sorunun çözümlenebilmesi için bazı tavizler vermesini talep etmiştir. Bu taviz talepleri, 13 Ağustos 2001 yılında Ohri Çerçeve Anlaşması’yla Kuzey Makedonya’nın katılımıyla birlikte ortaya konmuştur (Armonaite, 2019). Bu tavizler anayasanın başlangıç metninin etnik kimliklere atıfta bulunmayacak şekilde düzenlenmesi, kamu istihdamında orantılı temsilin tesisi, yerinden yönetim prensibinin genişletilmesi gibi reformları içermektedir. Ancak bu süreçte Makedonlar, anlaşmanın maddelerinin uygulanması konusunda çekimser kalmışlardır. Buna rağmen tarafların kesin ve net tavırları, anlaşmanın kabulünü zorunlu kılmıştır. Öyle ki AB, anlaşmanın iptali gibi bir durumda Kuzey Makedonya’nın AB entegrasyon sürecinin yavaşlayacağını hatta tamamen bitme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını belirtmiştir (Gjul, 2019).

Anlaşmanın uygulanmasının ardından, Eylül 2002 seçimleriyle Kuzey Makedonya’da iç istikrar sağlanmıştır. Ancak bu sefer, ülkedeki diğer etnik gruplar, anlaşmanın maddelerinin kendi haklarını gözetmediğini ileri sürmüştür ve kimlik sorunu farklı bir boyut kazanarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir (Ibid, s. 65). Bu durum, anlaşmanın ardından demokratik hakların tamamıyla tesis edilemediğinin bir göstergesi niteliğindedir.

AB, ilk olarak 2003 yılında Kuzey Makedonya’yı potansiyel aday ülke olarak tanımıştır. Kuzey Makedonya resmi olarak başvurusunu 22 Mart 2004 tarihinde yapmıştır. 2006 yılında Kuzey Makedonya AB’nin Batı Balkan devletlerine yönelik oluşturduğu Avrupa Ortaklığı’na dahil edilmiştir. AB ilişkileriyle ilgili diğer bir önemli tarih olan 2009 yılındaysa Kuzey Arnavutluk vize serbestisinden yararlanmaya başlamıştır. Ayrıca 2009 yılında, AB Komisyonu ülkenin katılım müzakerelerine başlayabileceğine dair Konseye tavsiyede bulunmuştur. Müzakere sürecine uzunca bir süre geçilememesinin en büyük sebebi, Kuzey Makedonya’nın Yunanistan ile yaşadığı isim krizidir (Armonaite, 2019). İsim krizi yüzünden müzakere meselesindeki tıkanıklık, 2014’e kadar altı kez müzakere tavsiyesinin koşullandırılmasına kadar varmıştır. AB, bu dönemde katılım müzakerelerine ivme kazandırabilmek amacıyla Ekim 2011’de Yüksek Düzey Katılım Diyaloğu’nu (High Level Accession Dialogue) yürürlüğe koymuştur. Bu girişim ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, kamu yönetimi ve seçim sistemi reformu, serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi gibi konuları içermektedir. 2014 yılına gelindiğinde, yapılan genel seçim sonuçlarının kabul edilmemesiyle çıkan siyasi kriz, AB’nin 2015 raporuyla birlikte ilişkilerin dondurulmasıyla sonuçlanmıştır (Gjul, 2019). Bu raporla birlikte sürecin normalleşmesi, AB tarafından ülkedeki siyasi krizin çözülmesi koşuluna bağlanmıştır. AK, 2016 tarihli raporunda müzakere sürecine başlanması konusundaki tavsiyesini, yapılacak erken seçimlerin güvenilir bir şekilde gerçekleştirilmesi ve Acil Reform Önceliklerinde ilerleme kaydedilmesi koşuluna bağlamıştır (European Council, 2021). 2017 yılında göreve başlayan yeni hükümet, AB süreci konusunda oldukça duyarlıydı ve gerekli reformları gerçekleştirmek için harekete geçmiştir (Gjul, 2019). Öncelikle Yunanistan ile isim krizinin çözülmesi adına 12 Haziran 2018 tarihinde Atina ile Üsküp arasında Prespa Anlaşması imzalanmıştır (Vankovska, 2020). Bu anlaşmayla birlikte ülkenin ismi Kuzey Makedonya olarak değiştirilmiş, böylece AB sürecindeki en büyük tıkanıklık artık giderilmiştir. 2019 yılı AB Zirvesi’nde bu kez Fransa Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’un müzakere sürecini veto ederek genişleme politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. AB Konseyi kabul edilen yeni genişleme metoduyla ancak 25 Mart 2020 tarihinde Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’un müzakere sürecine başlamasını onaylamıştır. Ancak, Kuzey Makedonya’nın AB üyesi komşusu Bulgaristan’la yaşadığı dil krizi sebebiyle, ülke hala müzakerelere resmi olarak başlayamamıştır.

Karadağ’ın Adaylık Süreci

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla birlikte, 1992 yılında Sırbistan ve Karadağ, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Bu süreçte kendi politik ve ekonomik haritasını oluşturan diğer Balkan devletleri gibi Yeni Yugoslavya da Balkanlı kimliğini yavaş yavaş Avrupalı kimliğine bırakmaya başlamıştır (Djurovic, 2020). Bölgenin belirgin bir şekilde batıya yönelimi ve kimlik konusundaki bu inşa çabasına rağmen, AB entegrasyonu konusunda somut ve başarılı sonuçlara ulaşması uzun bir süreci kapsamıştır.

AB, 2000’li yıllara doğru giderken, 1999 yılında Batı Balkan devletlerinin AB ile ilişkilerinin kademeli olarak geliştirilebilmesi adına Stabilisation and Association Process (İstikrar ve Ortaklık Süreci) stratejisini geliştirmiştir (Munter, 2020). Bu stratejinin amacı, söz konusu ülkelerde politik diyalogları ve ekonomik gelişimi desteklemektir. 2007 yılında, Karadağ’ın SAP anlaşmasını imzalaması bu anlamda AB ile sözleşmeye dayalı ilişkilerin başlaması açısından oldukça önemli bir tarihtir.

Karadağ bu dönemde siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar yaşamıştır. Ekonomik anlamda, Yugoslavya’nın ve tek pazarın dağılmasıyla birlikte güçlü bir hiperenflasyon yaşanmıştır. Bununla birlikte hemen hemen tüm sektörlerde ekonomik bir gerileme dönemi başlamıştır. Bu “geçiş dönemi durgunluğu” esnasında yaşanan ekonomik kriz ve hiperenflasyona bir önlem olarak Karadağ 2002 yılında ülkenin para birimi olarak Euro’yu tek taraflı bir şekilde resmi olarak kabul etmiştir (Djurovic, 2020). Makroekonomik istikrar ve ekonomik bağımsızlık için verilen mücadeleler, siyasi bağımsızlık taleplerini de beraberinde getirmiştir ve Karadağ, 21 Mayıs 2006’da yapılan referandumla bağımsız olmuştur (Ibid, s. 678). Bağımsızlığın ardından politik ve ekonomik gelişmeyi hedefleyen birtakım reformlar düzenlendi ve bu reformlar üç aşamada gerçekleşti (Ibid, s. 677). İlk nesil reformlar, dış ticaret ve gümrük düzenlemelerini kapsamış ve nihayetinde makroekonomik istikrar sağlanmıştır. İkinci nesil reformlar, hukuk sisteminin ve güçlü piyasa kurumlarının oluşturulması ve ekonomi politiğin iyileştirilmesini içermiştir. Üçüncü nesil reformlar ise, gelinen noktada Avrupa entegrasyonunun önem kazandığı ve AB uyumunun sağlanmaya çalışıldığı dönemi kapsamıştır. Bu dönemde Karadağ’ın ekonomisi gelişmiş ve rekabet gücünde oldukça belirgin bir iyileşme yaşanmıştır.

Karadağ’ın AB ile siyasi diyaloğu 31 Ağustos 2006’da Ortaklık Deklarasyonu’nun kabul edilmesiyle başlamıştır (Ibid, s. 677). Ardından 2008 yılında Karadağ, resmi olarak AB’ye adaylık başvurusunda bulunmuştur. 2008 yılını AB ve Karadağ bütünleşmesi açısından önemli kılan diğer gelişme, Vize Kolaylığı ve Geri Kabul Anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle yaşanmıştır (TC Dış İşleri Bakanlığı AB Başkanlığı, 2019). Bu anlaşmanın ardından Karadağ, 2009 itibariyle vize serbestisinden yararlanmaya başlamıştır. Öte yandan, üyelik başvurusuyla birlikte, bir dizi kapsamlı reform hazırlıkları yapılmıştır. AK, 2010 yılında Karadağ’ın aday ülke ilan edilmesini önermiş ve müzakerelere başlanmasının yedi önemli alanda (seçim yasası, yargının bağımsızlığı, yolsuzluk ve örgütlü suçlarla mücadele, medya özgürlüğü ve ayrımcılık, STK’larla iş birliği) yapılacak reforma bağlı olacağını bildirmiştir. Bu gelişmenin ardından Karadağ 16 Aralık 2010 tarihinde resmen aday ülke ilan edilmiştir. İlk kez 2011 yılında, AK tarafından müzakerelere başlanması yönünde tavsiye verilmiştir. Ancak üye devletler hukukun üstünlüğü konusunda yeterli aşamanın kat edilmemiş olduğunu belirterek müzakereleri ertelemiş, ancak 29 Haziran 2012 tarihinde müzakerelere başlayabilmiştir. Katılım müzakerelerinde önceliklendirilen alanlar yargı, temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlikten oluşmaktadır.

Karadağ’ın 2014 ve 2015 İlerleme Raporlarında karşılaştığı en büyük sorun örgütlü suçlarla mücadele konusunda olmuştur. Söz konusu alanlarda ilerleme kat edilmiş olsa da bunun sınırlılığına vurgu yapan raporlar, bu konularda daha “sağlam bir sicil” oluşturulması gerekliliğinin altını çizmiştir. Karadağ, Aralık 2015’te NATO’ya davet edilmiş ve bu durum 2016 İlerleme Raporunda büyük bir başarı şeklinde yorumlanmıştır (İktisadi Kalkınma Vakfı, 2021). Ancak örgütlü suçlarla mücadele konusundaki girişimlerin yetersiz olduğuna dair uyarılar bu raporda da tekrarlanmıştır. 2020 İlerleme Raporunda, ağırlıklı olarak hukukun üstünlüğü, medya ve yargı bağımsızlığı, insan hakları konusunda etkin ve verimli iyileştirmeler yapılmasının gerekliliği öne çıkarılmıştır.

Arnavutluk’un Adaylık Süreci

Arnavutluk, Balkanlarda yaşanan çözülme esnasında radikal değişimlerin yaşandığı ülkelerden bir tanesidir. Yaşanan bu radikal değişimlerden ilki, Arnavutluk’un 1990’lı yıllarda demokrasiye geçişiyle birlikte gerçekleşmiştir. Ancak bu yeni yönetim biçimiyle; hükümet kendisini yoksulluk, yolsuzluk, suç ve emniyetsizlik gibi ciddi sosyal problemlerle karşı karşıya bulmuştur (Caka, 2011). Komünist yönetimin ardından siyasi otoriteyi sağlamakta zorlanan devlet, mafya ve sokak çeteleriyle mücadelede yetersiz kalmıştır. Öte yandan işsizlik oranının %40’ları bulduğu 1996 yılının ardından 1997 yılında ortaya çıkan ekonomik kriz, bir yandan ülkenin ekonomik gidişatını olumsuz etkilerken, bir yandan da Arnavutluk’un uluslararası arenadaki konumunu gittikçe zayıflatmıştır (Brahaj, 2009). Öyle ki bu yıllarda Arnavutluk, ekonomik anlamda Avrupa’nın en güçsüz ülkesi durumuna gelmiştir (Johnson, 2010). İlerleyen yıllarda birçok reform yapılmışsa da ülkede hala benzer problemler yaşanmaktadır. Bu noktada Arnavutluk’un hala yaşamaya devam ettiği bu problemleri, Arnavutluk’un “geçiş döneminin henüz bitmemiş olmasıyla” ilişkilendirmek mümkündür (Caka, 2011). Buna ek olarak 2009 senesinde yapılan seçimin usulsüz olduğu iddiasıyla çıkan ve iki seneye yakın süren siyasi kriz, altı çizilen geçiş döneminin henüz tamamlanamamış olduğu fikrini destekler nitelikte olmakla birlikte AB uyum sürecini de sekteye uğratan etmenlerden bir tanesi olmuştur.

Yaşanan tüm siyasi ve sosyal krizlere rağmen, hemen hemen kuruluşundan itibaren Arnavutluk, batıya olan yakınlaşma çabalarından taviz vermemiş ve AB’ye üyelik sürecini kesin bir hedef haline getirmiştir. Bu doğrultuda ilk olarak 2003 yılında Selanik Zirvesi’nde potansiyel aday ülke olarak kabul edilmiştir (TC Dış İşleri Bakanlığı AB Başkanlığı , 2021). Bunun yanında, bütünleşme açısından AB ile ilişkilerin pozitif bir ivme kazanmasında 2008 tarihi oldukça önemlidir. Bu tarihte AB ile Arnavutluk arasında Vize Kolaylığı Anlaşması imzalanmış ve bu anlaşmayı takiben 2010 yılında Arnavutluk’un vize serbestisinden yararlanmaya başlaması planlanmıştır. Bir diğer önemli tarih olan 2009 yılının Nisan ayında Arnavutluk önce AB ile İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalamış, hemen sonrasında da AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ardından AB, 2010 tarihinde Arnavutluk’un müzakerelere başlayabilmesi için on iki alanda reform talebinde bulunmuştur (İktisadi Kalkınma Vakfı, 2021). Bu alanlar ağırlıklı olarak örgütlü suçlarla ve yolsuzlukla mücadele, hukukun üstünlüğü ve temel haklara ilişkin yapıcı önlemlerin iyileştirilmesine yöneliktir. Arnavutluk’ta 23 Haziran 2013 tarihinde gerçekleştirilen parlamento seçimleri, siyasi krizlerin aşılmış olduğunu AB’ye kanıtlamak için bir fırsat olarak görülmüştür. Nitekim bu seçimle birlikte yargı sisteminde bağımsızlık, hesap verilebilirlik ve şeffaflık konularında önlemlerin uygulanmasına ve güçlendirilmesine yönelik girişimler sonuç vermiştir. Arnavutluk, neticede 27 Haziran 2014 tarihinde resmen aday ülke konumuna gelmiştir.

Yaşanan ekonomik ve siyasi krizlerin yanı sıra, bölgede zamanla kimlik konusundaki tartışmalar gündeme gelmeye başlamıştır (Menzel, 2016). Ülkenin %58’ini Müslümanlar oluşturur ve bu durum 2006 senesinden bu yana kimlik özelinde büyük bir tartışma konusu olmuştur. Kimlik meselesi Arnavutluk vatandaşı İsmail Kadare’nin, Arnavutların kimliklerinin Avrupalı olduğunu iddia etmesi ve bir parçası olduklarını savunduğu Hıristiyanlığa dönme çağrısı yapmasıyla gündeme gelmiştir (Caka, 2011). Ardından Kosovalı akademisyen Rexhep Qosja’nın bu iddiadaki din vurgusuna karşı çıkmasıyla tartışma iyice alevlenmiştir. Yoğunluğu artan kimlik tartışmaları, AB ile olan ilişkilerin beklenilen hızda ilerlememesinin ekonomik ve siyasi sebeplerinin yanı sıra kültürel bir boyutunun da olduğuna işaret etmesi sebebiyle önem arz eder.

2015 yılı Arnavutluk İlerleme Raporu’nda, ülkenin katılım müzakerelerine başlamak için yerine getirmesi gereken kritik reformlar konusunda ilerleme kaydettiği, ancak buna rağmen yargı sistemi ve örgütlü suçlarla mücadele açısından hala güncel bir ajandaya ihtiyaç duyulduğu bildirilmiştir. 2016 raporunda altı çizilen nokta benzer bir şekilde yargı reformuyla ilgili olup, katılım müzakerelerinin başlangıcı ilgili alanlarda reform koşuluna bağlanmıştır. 2018 ve 2019 İlerleme Raporlarında Arnavutluk’un müzakere sürecine girmesi Fransa, Hollanda ve Danimarka tarafından tereddütle karşılanmıştır. 2020 yılında müzakereler, örgütlü suçlarla mücadele, yargı yasası ve azınlık haklarının korunması konusunda kararlı adımlar atması gerekliliği vurgulanarak koşullu bir şekilde onaylanmıştır.        

Sırbistan’ın Adaylık Süreci

Sırbistan’ın AB ile ilişkileri 2000’lerin başından itibaren gelişmeye başlamıştır. Bu süreçte Sırbistan’ın önündeki en büyük engel Kosova ile yaşanan problemlerden kaynaklanmıştır. Kosova, 2008 yılında tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir ve Sırbistan’ın tanımadığı bu bağımsızlık, ilerleyen yıllarda iki taraf arasında büyük anlaşmazlıklara neden olmuştur. Bu dönemde Sırbistan AB’nin tanıdığı Kosova Cumhuriyetini tanımayıp, bölgeyi Kosova ve Metohiya Özerk Bölgesi olarak adlandırmıştır (Bieber, 2015).

2008 yılında Lüksemburg’da Sırbistan ile İstikrar ve Ortaklık anlaşması imzalanmıştır. Aradan geçen bir seneden sonra 19 Aralık 2009 tarihinde Sırbistan, beklenen reformları gerçekleştirmiş olduğu gerekçesiyle vize serbestisinden yararlanmaya başlamıştır (TC Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, 2019). 22 Aralık 2009 tarihindeyse resmi olarak üyelik başvurusunda bulunmuştur. Sırbistan-AB ilişkilerindeki bir diğer büyük problem, Sırbistan’ın Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi iş birliği konusunda gerekenleri yapmamasıdır (Akçay, 2016). Bu bağlamda, Mayıs 2011’de Srebrenitsa katliamı sorumlularının yakalanması, Sırbistan’ın AB ile ilişkilerinin pozitif ivme kazanmasını sağlamış ve bu sürecin sonunda AK, Sırbistan’a adaylık statüsü verilmesini önermiştir. Bu gelişmenin ardından AK, müzakerelerin başlayabilmesi için öncelikle Kosova ile ilişkilerin iyileştirilmesi şartını öne sürmüştür (Ibid, s. 3). Ancak Sırbistan, belirlenen koşullarda aksiyon alma konusunda tereddütlü davranmıştır ve bu yüzden adaylık tarihi ertelenmiştir. Ertelenmenin ardından Sırbistan’ın adaylık statüsü resmi olarak 1 Mart 2012 tarihinde verilmiştir. Adaylık statüsünün tanınmasıyla AK, Kosova ile ilişkilerin normalleştirilmesi çağrısını yinelemiştir.

2012 Genişleme Stratejisi’nde müzakerelerin başlangıcı net olarak normalleştirme adımlarının atılması koşuluna bağlanmıştır (Ibid, s. 3). Sırbistan bu koşullarda müzakere yolunu açmak adına Kosova ile diyalog ve iş birliği sürecini başlatmış, ancak atılan adımlar bu defa Sırbistan halkında AB’ye tam üyelik konusunda negatif bir tutumun doğmasına sebep olmuştur (Ibid, s. 3). Öyle ki yapılan anket çalışmalarında 2009 yılında halkın %35’i hayır veya kararsız şeklinde oy kullanırken, bu oran 2020’de %50’ye yükselmiştir.[2] Kamuoyuna belirgin bir şekilde yansıyan negatif eğilime rağmen Sırbistan hükümeti, AB ile ilişkilerin geliştirilmesine ağırlık vermiştir. AB ile ilişkilerin geliştirilmeye çalışıldığı dönemde, Sırbistan hem ekonomik hem siyasi anlamda bir iyileşme trendine girmiştir. Sırbistan, 2008 yılında yaşadıkları ekonomik krizi büyük ölçüde AB’nin yapmış olduğu mali yardımlar sayesinde kısmen daha az zararla atlatmıştır (Bartlett, 2018).

Sırbistan, ekonomik olarak gelişip ülkede istikrarın sağlanmasını ve Batı’da güçlenip var olmanın şartını, AB’ye tam üye olmaya bağlamıştır (Akçay, 2016). Bu amaçla AB ile olan ilişkilerin geliştirilmesinin önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmak adına, 19 Nisan 2013 tarihinde Kosova ile ilişkilerinin normalleştirilmesi için Brüksel Anlaşması imzalanmıştır. Kosova ile Sırbistan arasında diyalog ve iş birliği yönünde atılan adımların ardından AK, 2013 yılı Sırbistan İlerleme Raporu’nda bu yılın AB ve Sırbistan ilişkileri bakımından “tarihi bir yıl” olduğunu ileri sürmüş ve katılım müzakerelerinin başlaması konusunda öneride bulunmuştur (İktisadi Kalkınma Vakfı, 2021). Bunun üzerine Ocak 2014’te katılım müzakerelerine resmi olarak başlanmıştır.  Sırbistan müzakerelerinde öncelikli başlıklar yargı, temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik konularını kapsar (Bieber, 2015). 2016 İlerleme Raporunda, Sırbistan’ın ekonomik büyümeye, Kosova’yla ilişkilere ve mülteci krizine yönelik attığı adımlar pozitif karşılanmıştır. Ancak Sırbistan, atılan adımlara rağmen Kosova’yla ilişkilerin uygulamaya geçirilmesi bağlamında hukukun üstünlüğüne dair eleştiriler almıştır (Ibid, s.10). 2020 yılı raporunda hukukun üstünlüğü konusunda endişeler tekrarlanırken, siyasi kriterler konusunda da birtakım uyarılara tabii tutulmuştur. Bu anlamda 21 Haziran tarihinde gerçekleştirilen seçimlerin siyasi çoğulculuğu yansıtmaması ve yargıya siyasi müdahaleler temel eleştirilerdir (İktisadi Kalkınma Vakfı, 2021). Bu raporda, yeni fasılların müzakereye açılabilmesi için belirtilen konularda reformların geliştirilmesi gerekliliği vurgulanmıştır.

Sonuç

AB tam üyeliği, tüm aday ülkelerin ortak hedefidir. Türkiye AB ilişkileri, tarihi arka planı oldukça eski yıllara dayanan çalkantılı bir süreci kapsar. 1970’lerde yaşanan petrol krizi, 1980 darbesi, hızlı nüfus artışı, ekonomik istikrarsızlık, Kıbrıs sorunu, 2008 ekonomik krizi, Gezi Parkı Protestoları ve ardından gelen 2016 darbe girişimi sonrası yaşanan siyasi krizler kronolojik olarak sıralanabilecek anlaşmazlıklara sebep olurken; en belirgin ve sıklıkla karşılaşılan engeller Kıbrıs sorunu, ekonomik istikrarsızlık, nüfus, yargı bağımsızlığı ve kültürel uyumluluk çerçevesinde özetlenebilir. Bu sebeplere rağmen jeopolitik olarak stratejik bir öneme sahip olan Türkiye, bugüne dek AB’nin diplomatik ilişkilerini kolaylıkla donduramadığı bir ülke olmuştur. Balkanlar özelinde, Sovyetler’in dağılmasının ardından yaşanan rejim değişiklikleri, bu bölgede oluşan genç devletlerin yönünü dominant siyasi konjonktüre uyum sağlamak adına Batı’ya çevirmesine sebep olmuştur. AB üyeliği aynı zamanda bu devletler için sıklıkla coğrafyalarında istikrar sağlamalarına yönelik bir fırsat olarak görülmüştür. Bu yıllarda Avrupa da, yeni gelişen ve jeopolitik açıdan stratejik öneme sahip Balkan coğrafyasına dikkat kesilmiş, birlik hedefi olan ülkelerle iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiştir. Kuzey Makedonya için ise sorunlar, daha çok etnik ve kültürel boyutlarda tezahür etmiştir. Bulgaristan ile yaşanan dil polemiği, Yunanistan ile yaşanan isim ve bayrak krizi, ardından gelen mülteci krizi bu engellere örnek olarak verilebilir. Karadağ’da ise büüyk ölçüde güvenlik problemleri, ekonomik istikrarsızlık, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve yargı bağımsızlığı konularında engellerle karşılaşılmaktadır. Arnavutluk’un sahip olduğu en büyük problemler de benzer bir şekilde organize suçların sebep olduğu güvensizlikle mücadele, ekonomi, demokratik kurumların geliştirilmesi ve kimlik konusunda yaşanmıştır. Sırbistan ise bu süreçte görece daha az sorunla karşı karşıya kalmıştır ve bunlardan en büyüğü Kosova’yla olan ilişkilerinden doğmuştur.

Ezgi İdil Tiryaki
Avrupa Çalışmaları Stajyeri

Kaynakça

Akçay Y., (2016, 1 Haziran). Sırbistan’ın AB serüveni, AKÜ İİBF Dergisi-Cilt: XVIII Sayı: 1

Armonaite, A., (2019, Octobre 12). la République de Macédoine du Nord: évolution politique, accession à l’otan et transition économique, Assemblee Parlementaire de l’Otan

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, (2014, May 12-16). Report on the findings and recommendations of the peer review mission on freedom of expression, Chapter 23: Judiciary and Fundamental Rights

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, (2018, 17 Nisan) Türkiye’nin 2018 Raporu’nun temel bulguları, Erişim Adresi: https://www.avrupa.info.tr/tr/eeas-news/turkiye-2018-raporunun-temel-bulgulari-7577

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, (2019, 29 Mayıs). Türkiye’nin 2019 Raporu’nun temel bulguları, Erişim Adresi: https://www.avrupa.info.tr/tr/news/2019-turkiye-raporuna-iliskin-temel-bulgular-9579

Aydemir D., (19/05/2021). “Avrupa Parlamentosu AB’nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin durdurulmasını istedi”, Erişim Adresi: https://tr.euronews.com/2021/05/19/avrupa-parlamentosu-ab-nin-turkiye-ile-tam-uyelik muzakerelerini-ask-ya-almas-n-istedi

Bartlett W., (2018). Economic Reforms in Serbia and Prospects for Economic Recovery and Growth, Western Balkan Economies in Transition 147-163

Bieber F., (2015). The Serbia-Kosovo agreements: an eu success story?, Review of Central and East European Law

Brahaj S., (2009). Arnavutluk’ta demokratikleşme süreci ve Avrupa Birliği’nin yapıcı etkileri, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi

Caka E., (2011). Arnavutluk’un AB süreci ve kimlik sorunu, The Journal of Balkan Studies Vol: 2 Issue: 1

Can H., Balkır C., Tonus Ö, Özen Ç., Karluk R., Dağdemir E., (2019). Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri, Türkiye Cumhuriyeti Anadolu Üniversitesi Yayını, No: 3968, 2019

Communication on EU Enlargement Policy, (2018, April 17). Commission staff working document Turkey 2018 report

Communication on EU Enlargement Policy, (2020, June 10). Commission staff working document Turkey 2020 report

Djurovis G., Lajh D., (2020). Relationship with the European Union: Slovenia and Montenegro Compared, Politics in Central Europe Vol: 16 No:3

European Council, (2021, March 12), The Republic of North Macedonia, Erişim Adresi: https://www.consilium.europa.eu/en/policies/enlargement/republic-north-macedonia/

European Western Balkans, (2020, November 17). “Survey: 80% of Serbian citizens against NATO membership, but only 33% against cooperation”, Erişim Adresi: https://europeanwesternbalkans.com/2020/11/17/survey-80-of-serbian-citizens-against-nato-membership-but-only-33-against-cooperation/

Gjul R., (2019). Avrupa Birliği entegrasyon sürecinde Kuzey Makedonya Cumhuriyeti, Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi

İktisadi Kalkınma Vakfı, (2021 Nisan). Avrupa Birliği “AB Genişleme Politikası” diğer aday ve potansiyel aday ülkeler, Erişim Adresi: https://www.ikv.org.tr/icerik_print.asp?id=282

Johnson A., (2010, 4 August). Albania’s relations with the EU: On the road to Europe? Journal of Southern Europe and the Balkans Online, 3:2, 171-192

Menzel J., (2016). L’enjeu de l’intégration de l’Albanie à l’Union européenne et la reconstruction de l’identité nationale albanaise postcommuniste, Cahiers Balkaniques, 44

Munter A., (2020, November). The Western Balkans, facts sheeds on the Europeen Union

Oğuz G., (2012, Bahar). Avrupa Birliği’nin genişleme yorgunluğu sürecinde AB-Türkiye ilişkileri, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 1

Özer A., (2009). Avrupa Birliğine tam üyeliğin eşiğinde Türkiye, Celal Bayar Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Yönetim ve Ekonomi Cilt: 16 Sayı: 1

Süleyman Demirel Üniversitesi Avrupa Birliği Dokümantasyon Araştırma ve Uygulama Merkezi, (2015, 18 Kasım). Türkiye AB ilişkilerinin tarihçesi, Erişim Adresi: https://eucenter.sdu.edu.tr/tr/turkiye-ab-iliskileri/turkiye-ab-iliskilerinin-tarihcesi-6947s.html

Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, Türkiye-AB katılım müzakereleri, No:6 

Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, (2020, 21 Mayıs). Arnavutluk, Erişim Adresi: https://ab.gov.tr/_49992.html

Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, (2019, 7 Temmuz). Karadağ, Erişim Adresi: https://www.ab.gov.tr/karadag_45465.html

Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, (2019, 11 Temmuz). Sırbistan, Erişim Adresi: https://www.ab.gov.tr/sirbistan_49043.html

Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, (2019, Temmuz 19). Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri, Erişim Adresi: https://www.ab.gov.tr/4.html

Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, (2019). Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinde önemli tarihler (1959-2019)

Vankovska B., (2020, 12 April). Geopolitics of the Prespa Agreement: Background and after-effects, Journal of Balkan and Near Eastern Studies Vol: 22, Issue: 3

Yaşar E., (2017, 27 Nisan). Pozitif gündem ve sonrasındaki gelişmeler ışığında Türkiye-AB ilişkileri, Hakkâri Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü


[1] Bu dönemde Kuzey Makedonya’nın resmi adı Makedonya Cumhuriyeti’dir.

[2] 2009 Anket çalışması: Akçay, 2016 S. 3

2020 Anket çalışması: https://europeanwesternbalkans.com/2020/11/17/survey-80-of-serbian-citizens-against-nato-membership-but-only-33-against-cooperation/


O-Staj Ekibi
  • PAYLAŞ

YORUMLAR