REALİST PARADİGMA PERSPEKTİFİNDEN YUMUŞAK GÜÇ ELEŞTİRİSİ
Önceki
Pride, Türkçe adıyla Onur, 2014 tarihinde izleyiciyle buluşmuş İngiliz yapımı bir komedi-dram filmidir. Filmin başarısı, içerisinde BAFTA, Altın Küre gibi prestijli ödüller dahil, farklı dallarda 10 ödülü ve 23 adaylığıyla tescillenmiştir. Gerçek olaylara dayanan film, 1984 yılının İngiltere’sinde grevdeki madencilere destek olan LGBTİQ+ bireylerden oluşan aktivist bir grubu ve bu iki “zıt” grubun bir araya gelmesiyle başlayan olayları anlatmaktadır. Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları stajyeri Semra Yaren Çatak'ın kaleminden...
Muhafazakar ve tavizsiz neoliberal politikaları ile tanınan “Demir Leydi” Margaret Thatcher yönetimi altındaki İngiltere’de, hetero-patriarkal düzenle vahşi kapitalizmin kesişiminde, LGBTİQ+ bireyler kendi haklarının ve kimliklerinin mücadelesini verirken maden işçileri de madenlerin kapatılmasına karşı toplu bir grevdedir. Onur Yürüyüşü’ne giderken televizyonda madencilerin uğradığı zulmü gören ve “Geriye sadece onurumuz ve haysiyetimiz kaldı.” seslenişlerini duyan Mark, “Lezbiyenler ve Geyler Madencileri Destekliyor (LGMD)” grubunun oluşmasına ön ayak olur. Muhafazakar Galler bölgesindeki madencilerin haklarını, LGBTİQ+ bireylerin savunması, iki grup için de tam bir “zıtlık” gibi görünse de zamanla Galler bölgesinin ufak bir kasabasındaki madenciler ile LGMD arasında özel bir dayanışma doğacaktır. Bu dayanışma hikayesinde, “…Şunu hiç anlamadım; gey haklarını savunup başkalarının haklarını savunmuyorsan ne anlamı kalıyor? Ya da işçi haklarını savunup kadın haklarını savunmamak…Doğru değil.” repliğiyle film, hetero-patriarkal ve kapitalist bir düzen içerisinde ezilenin tek bir özne olmadığını ve buradan ancak “Sonsuza kadar dayanışma” ile çıkılabileceğini vurgular.
LGMD kurulurken, muhafazakar işçileri desteklemenin, kendilerinden nefret eden insanları desteklemek anlamına geldiğini savunan içeriden bir muhalefetle karşılaşır, madenciler için topladıkları para desteğini ulaştırmaya çalıştıklarında ise Ulusal Madenciler Birliği telefonu yüzlerine kapatır. Hakim düzenin ikincilleştirilenler arasında yarattığı “farklılık” yanılsaması ve birlikten uzaklaştırması burada karşımıza çıkar. Nicos Poulantzas’ın Political Power and Social Classes (1973) kitabında tanımladığı, ideolojinin tahakkümüdür bu. Öyle ki toplum içerisinde tahakküm altında olanlar, politik varlıklarını, hatta tahakküme karşı isyanlarını bile tahakküm edenin çizdiği meşruiyet çerçevesi içerisinde gösterirler. Ulusal Madenciler Birliği, işçi sınıfı olarak hakkını ararken, hetero-patriarkal ve kapitalist sistemin çizdiği “meşru” çerçevenin ötesine geçememiştir. Oysa hegemonyayı yıkmanın eşiği belki tam da burasıdır.
Galler’de küçük bir maden bölgesinden gelen kabulle sevinen grubun, madencilerin temsilcisi Dai ile karşılaşmaları, aslında oldukça doğal olan her şeyin nasıl da bu düzen içerisinde dönüştürüldüğünü anlatır bize. Şaşıran ve ilk defa LGBTİQ+ bireylerle tanıştığını belirten Dai’ye gelen “Ben de ilk defa madenciyle tanışıyorum” cevabının doğallığıyla, Dai’nin şaşkın ve tedirgin bakışlarının gereksizliği çarpar izleyenin yüzüne. Önemli olan sadece “varlığından bile haberdar olmadığın bir dostun, kendinden çok büyük bir düşmanla savaşırken uzatılan elidir.” Bu görüşmeden sonra yardım paraları iletilir ancak LGMD’nin kasabaya gelmesinin “uygunluğu”, grev komitesinde tartışma konusu olacaktır. Komiteye normalde yemek desteği için gelen Sian’ın net çıkışı ile davet edilen grubun, madenciler arasında kabul görüp görmeyeceği ise diğerlerinin Dai, Sian ve LGMD’nin yakaladığı ortak farkındalığı yakalayıp yakalayamayacaklarına bağlıdır.
Kasabaya geldiklerinde, karşılaştıkları tepkiler üç farklı çerçevede değerlendirilebilir: Kabul edenler, kabul etmeyenler ve tanımayanlar. Tanımayanlar, şimdiye kadar kendilerine sistem tarafından işlenen görüşleri sorgulamaya başlar. Lezbiyenlerle ilgili duyduklarının doğruluğunu sorgulamak için bekleyen Gwen, gey çifte “Ev işlerini ikiniz de erkekseniz kim yapıyor?” derken toplumsal cinsiyet rollerini içselleştirmiş kadınlar, şimdiye kadar dans etmenin “erkeklik” olmadığı öğretilmiş erkekler… Kasabada gerçekleşen diyalogların çoğunda hetero-patriarkal yapının nasıl işlediğini ve farklı öznelerin mağduriyetlerini görmek mümkündür. Örneğin filmde karşılaşılan AIDS’i eşcinsel hastalığı olarak tanımlayan propaganda gibi detaylar, tahakküm altındakileri kimliklere bölerek uzaklaştırmanın, birbirlerine yabancılaştırmanın sistem tarafından inşasını göstermektedir. Kabul etmeyenlerde ise sorgulama aşamasının çoktan bittiği, toplumsal cinsiyet rollerini ve ikili cinsiyet sisteminin bir “erkeklik onuru” haline getirdikleri görülür. “Kadınlar yetmedi bir de geyler mi geldi? Başımız öne eğiliyor.” cümleleriyle karşımıza çıkar. Ancak ortak bir tahakküm düzeninin altında ezildiklerini fark edenler kurdukları dostluk ve dayanışmayla mücadelelerini hegemonyanın yıkıldığı yere taşımaya kararlıdır. Madencilerin hareketi içerisinde LGBTİQ+ bireylerin olmasını kara propagandaya çevirmeye çalışanlara karşı, bu kara propagandayı “birlik” çağrısına dönüştürerek kapsayıcı bir festival ile “tarihi bir dayanışma”ya imza atarlar. Bu dayanışmanın nasıl bir “renk” yarattığı ve hayatlara nasıl dokunduğu ise filmin sonunda izleyicinin karşısına çıkar.
Tüm hikaye boyunca farklı karakterlerin mücadeleleri ve bu dayanışmanın onların mücadelelerine kattıkları filmin diğer önemli boyutudur. Ailesinin yanında yaşayan Joe (Bromley), bu süreç boyunca kendi kimliğini sahiplenmeyi başaracaktır. Annesi ile arasındaki diyalogda “İstediğin hayat yalnızlık mı? Sürekli dışlanmak, kötü bir hayat yaşamak mı?” sorularına bakıldığında, ikili-cinsiyet normlarına uymayanın mutlu olamayacağı söylemi göze çarpar. Ancak, yalnızlık ve mutsuzluk, dayanışmaya ve mücadeleye izin vermeyenlerin tehditleridir. Bromley, en önde kimliğini saklamadan gülerken bunu gösterir. Gey olduğu için 16 yıldır Galler’e ve ailesinin yanına gidemeyen Gethin, Monica’nın desteğiyle hayatında büyük adımlar atar. Sian, anne ve eş olmanın kadının tek kaderi olmadığını Jonathan’dan aldığı tavsiye ile içselleştirir. Küçük bir maden kasabasında ataerkil düzende sıkışmış kadınlar, özgürlüğü ve eşitliği, dostlukla beraber görür. Kesişen etnisite, cinsiyet, cinsel yönelim, sınıf gibi tahakküm eksenlerine tüm karakterlerin hikayelerinde şahit olmak mümkündür.
Pride, LGBTİQ+ bireylere karşı işlenen nefret suçlarının ve madencilerin karşılaştığı haksızlığın “uğruna beraber savaşılması gereken” aynı eşitsizlik sisteminin eksenleri olduğunu göstermektedir. Hayatın güzel “renklerinden” nasıl uzaklaşıldığını sorgulatan, haksızlığa karşı birleşmenin önündeki hetero-patriarkal yapıları gösteren film, asıl mücadelenin “renkli” olması gerektiğini başarılı bir şekilde anlatmıştır. Hayatın kendisi gibi hüzünle, acıyla, mücadeleyle, sevgiyle, neşeyle içine çekerken, rengarenk bir dünyanın güzelliğini gözler önüne sererek bu zamana kadar uzaklaştırıldığımız, “varlığından bihaber olduğumuz arkadaşlarımız” ile neler kaybettiğimizi sorgulatmaktadır.
Hetero-patriarkal yapıların altında kaybolan hayatları ve asıl hak mücadelesinin “iktidar olanın” çerçevesinden çıkmakla başladığına inananların kesinlikle izlemesi gereken bir film Pride. İçerisinde hayatın tüm renkleri olan herkes için, hayatın tam içerisinden bir haykırış.
Semra Yaren Çatak
Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Stajyeri
Kaynakça
Poulantzas, N. (1973) Political Power and Social Classes. London: New Left Books.
© Copyright 2024 TUİÇ Akademi - WebTech Bilişim tarafından sevgi ile geliştirildi.
YORUMLAR