SAĞCI POPÜLİZMDEKİ KURUMSALLAŞTIRILMIŞ MİSOJİNİYE, HOMOFOBİYE VE TRANSFOBİYE KARŞI ANARKO-FEMİNİZM

SAĞCI POPÜLİZMDEKİ KURUMSALLAŞTIRILMIŞ MİSOJİNİYE, HOMOFOBİYE VE TRANSFOBİYE KARŞI ANARKO-FEMİNİZM

  • Çeviri Yazılar
  • 03 Nisan 2021 Cumartesi
  • 0
  • Okunma : 2244

*


*Metin, theanarchistlibrary.org adlı siteden 02.04.2021 tarihinde alınmıştır.

**Görsel www.judygreenway.org.uk/wp/anarchafeminism adresinden alınmıştır.

Sonia Muñoz Llort

Çeviren: Sude Yatağan

Siyasal Düşünceler Tarihi stajyeri


Sağcı popülizm, muhafazakâr siyaset ile popülist retoriği ve temalarını birleştiren bir siyasi ideolojidir. Sağcı popülizm Avrupa’da, özellikle İslam dünyasından gelen göçlere ve AB entegrasyonuna karşıtlığıyla bilinen grupları, politikacıları ve siyasi partileri tanımlamak için kullanılan bir ifadedir. Batı dünyasındaki sağcı popülizm her zaman olmasa da genellikle Yeni Milliyetçilik, küreselleşme karşıtlığı, yerlicilik, beyaz ırk üstünlüğünü korumacılıkla olduğu gibi (ültürel) farklılıktan korku ve göçe karşıtlıkla da ilişkilendirilir. Çoğu yazar ve bilim insanı sağcı popülizmle aşırı sağcı hareketi aynı olgunun parçaları olarak görmektedir.

Retorikleri çoğunlukla seçkincilik karşıtı duygulardan, sosyalist sisteme muhalefetten ve ‘halk’ adına konuşmaktan oluşur. Oysa söylemleri ve ideolojileri halkın kim olduğuna dair dar bir anlayışa sahiptir. ‘Halktan’ bahsettiklerindeki norm beyaz ehil heteroseksüel orta-sınıf mensubu erkeklerdir. Kadınlara, na-binarylere, akışkan cinsiyetlilere, intersekslere ve trans bireylere – sonuçta hepimiz erkeklerden aşağı görülüyoruz, yönelik olan muhafazakâr ve misojinist görüşlerine rağmen bu hareketlere dahil, feminist milliyetçiler olarak bilinen, kadınlar da görebileceğimiz aşikardır. Bu durum şaşırtıcı bir şekilde ana akım olarak adlandırılan Avrupalı, genel olarak Batılı, feministlerden çok az eleştiri görmüştür. Anarko-feminist bir perspektiften bakarak ana akım veya çoğunlukçu feminizm kavramlarını kullanmayacağım, çünkü ikisi de feminist hareket için fazlasıyla olumsuz olan içsel bir hiyerarşi yaratıyor ve (bu kavramlar) genellikle heteroseksüel orta-sınıf Batılı ehil beyaz kadınlara atfediliyor. Biz farklı sorunları olan farklı kimliklere sahip muhtelif feminist gruplarız, ancak aynı zamanda kapitalizm, devlet veya din gibi alışılagelmiş sistemlerden gelen baskıya karşı direnişi paylaşıyoruz.

Son yıllar sağ-kanat hareketinin görünüşte ve güçte arttığını ve bununla beraber onların ayrıcalıklı ‘halk’ tanımına girmeyen münferit gruplara karşı şiddetin çoğaldığını açıkça göstermiştir. Özellikle, kadınlar ve kendilerini erkek olarak tanımlamayan diğer gruplar baskıcı sosyal hiyerarşi fikri içerisinde erkeklerden aşağı görülüyor, kimliklerimize ve hareketimize ait diğer faktörler de toplumun geneline bir tehdit olarak kabul ediliyor. Bizi kontrol etmeye çalışıyor ve bu sırada otoriter devlet tarafından organize edilen tacizle yönlendirilen söylemleriyle bizi kişiliksizleştiriyor, sağlığımızı ve vücutlarımızı nesneleştiriyor, fikirlerimizi alçaltıp bizi haklarımızdan yoksun bırakıyorlar.

Sağcı popülist hareketin özündeki doğal insan dışlanmasına odaklanıldığında, anarko-feminizm sağcı popülizmin tabii düşmanıdır. Anarko-feminizm, tüm cinsiyetler arasında eşit bir zemin yaratma amacıyla, otoriteye, kapitalizme ve baskıya karşıt bir felsefe olarak tasvir edilir. ‘Anarko-feminizm’ terimi başka gruplara veya partilere bağlı olmadan, kadınların ve kendilerini erkek olarak tanımlamayan grupların sosyal özgürlüğünü ve bağımsızlığını telkin eder. Sağcı popülizm, halk olarak görülmeyip baskılananların pahasına büyüyen sermayeyle temsil edilen şiddete eğilimli erkek otoritesinden beslenir.     

İdeolojik çatışma inkâr edilemez; özgürlük mücadelemiz kaçınılmazdır. Dahası, bu belirsiz zamanlarda bağımsızlığımızı tekrar kazanıp yeni bir sistem yaratmak için anarko-feminizm dirilişi bir çözüm yolu olabilir ve bunu başarmak için toplumdaki kapitalizm ve otoriteye olan mücadelemizi ve yeni bir sistem oluşturma amacımızı paylaşan diğer gruplarla birleşmeliyiz.

Daha önce işaret ettiğim gibi, anarko-feminist bir bakış açısından bakıldığında, çeşitli cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimleri olan insanlara yönelik misojini ve fobikliğe eleştiri Batılı beyaz orta sınıf feministler tarafından çok önemsenmemektedir. Bu tehdide karşı sessizliğe kapılmak aslında seçmek için çok tehlikeli bir rol ve ben özellikle bu özveri eksikliğine eleştirel bakmaktayım. Bu sessizliğin arkasında birçok faktör olabilir, sağ kanat retoriğinin güçlendiği bu son yıllarda beyaz orta sınıf ayrıcalıklarının bilincine sahip olmamak ve bunun sonucunda ayrıcalıkları kaybetmekten korkmak belki bunlardan bir tanesidir.


Ayrıcalıklarımızı Kabullenmek


Biz beyaz feministler, bizi çevreleyen tüm baskıcı sistemleri değiştirmek istiyorsak beyaz orta sınıf ayrıcalıklarının gerçekliğini kabullenmeliyiz. Tarihsel açıdan bakıldığında, ana akım veya çoğunlukçu feminizm kavramlarının ortaya çıkma sebebi, kendimizi kadın hakları için verilen savaşın önderleri olarak görmeyi eğilimimiz ve özünde etnomerkezci bir rol üstlenmemizdir. Halbuki biz ne çoğunluğuz ne de öncüyüz. Bu retorik, Batılı feministler arasında yetkelendirme olarak kabul edilme eğilimine sahiptir ve ayrıcalıklarımızın bir parçasıdır. Yetkelendirme, aslında yapılara hiç de meydan okumaz, hatta eşitlik temelinde yeni yapılar kurmak için onları yıkmaya bile çalışmaz.

Örneğin, özel firmalarda veya devlet içerisindeki siyasi mevkilerde yüksel roller alıp sistemin bir parçası olmak bu baskıcı sisteme hiçbir otomatik değişim getirmez. Esasında tam tersi bir etkiye sahiptir, kadınlar kapitalizme yönelik bir Stockholm sendromu geliştirirler ve baskılanan, görünmez kılınan diğer grupları dışlayarak sistemin sorgulanmaz savunucuları haline gelirler.

Bazılarımız, Batılı heteroseksüel beyaz kadınlar olarak, dünyanın diğer kısımlarındaki kardeşlerimizin sahip olmadığı ayrıcalıklarımızın olduğunu anlayıp bunu kabul etmeliyiz. Ayrıca, bu ayrıcalıklar yoluyla şimdiye kadar yaptığımızdan daha güçlü bir sesle sağ-kanat hareketleri eleştirip onlarla savaşma sorumluluğuna sahip olmalıyız. Buna ek olarak, mevcut tehlikeli sistemden dışlanan diğer gruplara müttefik olup dayanışmayla mücadelelerine saygı duymayı, onları teşvik etmeyi ve cesaretlendirmeyi öğrenmeliyiz. Şunu tamamen aydınlatmalıyım ki, feministler olarak görevimiz birbirimize müttefik olmak olmalıdır. Maalesef, orta sınıf feministler tarafından, kendi Samiri tavırları yüzünden önyargılı bir biçimde alt sınıf ve hatta diğer ülkelerdeki kadın hareketlerine dair yazılan yorumları veya makaleleri çok sık görüyorum. Bu tamamen küçük düşürücü ve emperyalist tavırdan bütünüyle kurtulmak için bunun farkına varmalıyız, çünkü bu tavır bizimle diğer feminist gruplar arasında ne istediğimiz ne de ihtiyaç duyduğumuz, yıkmamız gereken hiyerarşik bir farklılık yaratıyor.

Kendi ayrıcalıklarımıza olan gafletimiz en tehlikeli yanılgılarımızdan biridir. Onları dikkatlice incelemeli, farkına varmalı ve değiştirmeliyiz. Diğer kadınların ve grupların mücadelelerine önderlik edemeyiz ve etmeye de çalışmamalıyız. Diğer kardeşlerimiz sömürgecilik ve kapitalist emperyalizm yoluyla yayılan, batının istismarcı kapitalist sisteminin sebep olduğu daha karmaşık ve derin mücadeleler verip görmezlikten geliniyorken, Orta sınıf batılı feministler olarak, daha çok duyulup görülmeye meyilliyiz.

Feminist gruplar içindeki hiyerarşiyle savaşmanın ilk adımı orta sınıf ayrıcalıklarımızın farkına varmak olabilir. Bu mücadelede müttefikiz, ancak her grup nasıl organize olacağını ve sistemden kendilerini azat etmek için sorumluluk almakta gerekli olan araçları bilmektedir. Sağ-kanat popülizmi bizi bölmeye çalıştığında kesişimsel dayanışmamızda örgütleneceğiz. Öyleyse dayanışmamız, birbirimizin mücadelesine saygının, bizi özgür kılacak retoriğin ve araçların üzerine kurulmalıdır. Eşitlik ve çeşitliliğin üzerine kurulacak yeni bir sistem inşa etmek olan ortak amacımıza ulaşmak için tek bir evrensel çözüm yoktur, bu yeni sistemi kurma yolunda birbirimizin eylemlerini desteklemek zorundayız.

Beyaz orta-sınıf feministler, iş diğer gruplar içerisinde hedefler koymaya ve yöntemler seçmeye geldiğinde kenara çekilmeyi öğrenmelidir. Misojini ve diğer cinsiyet-ilintili fobilere karşı toplumdaki çeşitliliğin temsilinin bilincinde olup destekleyerek beyanda bulunmalıyız. Temsil, bizim dilediğimiz gibi değil diğer grupların tercih ettiği gibi olmalıdır. Diğerleri bize nasılını ve ne dereceye kadar olduğunu gösterdikçe onların müttefiki olabiliriz.

Gündelik temelde, çoğu yoldaşım olan batılı beyaz orta-sınıf mensubu feministlerin önceki kuşakların başardıklarından memnun olduğunu, ancak bu başarılardan çoğunun, sadece sınırlı bir azınlık olan bizi güçlendirip yücelttiğinin farkında olmadığını görmekteyim. Anarşistler gibi düşünmeliyiz, herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir. Ben özgür hissediyorsam bile, sağcı ideolojinin tehlikesi gerçektir, çünkü o bizim baskımızı şiddetle arttırmaktadır. Sağ-kanat şiddetindeki, hem siyasette hem de faşist ve beyaz ırkın üstünlüğünü savunan hareketlerle beraber pratikte, artış çoğu insan için ölümcüldür. Dolayısıyla soru hala aynı: bu ortak tehdide karşı feminist hareketleri örgütlemek için ne gerekmektedir?

Ayrıcalıklarımızın ve diğer grupların baskıyla savaşırken kendi yöntemlerini seçme yetisinin bilincinde olup onları kabullendikten sonra mücadeleye dahil olup sınırların ve kimliklerin ötesine varlığımızı devam ettirmeliyiz.


Sınırlar Yok, Çeşitliliği Kucakla, Mücadeleyi Paylaş


Çoğu kültürde, kendimizi tanımlamak için konseptler ve etiketler geliştirdik. Kendimizi tanıyabilmek, kimliğimizi belirleyebilmek ve dünyanın geri kalanına kendimizi ifade edebilmek için bu sözel araçlar kullanışlıdır. Ne yazık ki, aynı sözel araçlar, insanlar olarak bizi bölmek için istismar edilmektedir. Bizi sınıflara ayırmak, ayrıştırmak ve aramızda sahte farklılıklar yaratmak için kullanılmaktadır, ayrıca bu, sağ-kanat hareketlerin de misojinist taktiklerinde yüksek seviyede kullandığı bir yöntemdir.


Bireysel olarak bu sözel araçlar bizi güçlendirmekte, ancak kolektif düzeyde bize yük olabilmektedir. Bana göre kendimizi ne kadar iyi bilirsek hangi amaçlara ulaşmak istediğimizi ve bunu yapmak için hangi araçlara ve yöntemlere ihtiyacımız olduğuna daha açık bir şekilde karar verebiliriz.

Madem sağcı hareketler fazlasıyla milliyetçi homojenlik ve korumacılık üzerine kurulu, feminist hareketler bizi bölmeye çalışan sınırlara ve kapitalist sisteme karşı savaşmanın gerekliliği üzerine etraflıca düşünmelidir. Insurrections adlı makalelerinde Volcano ve Rogue kesişimsel anarko-feminizmi şöyle açıklamışlardır: feminizm, kesişimsellik ve anarşizm “bizim tüm baskının sona ermesini, ki bu sınıflı toplumun da sonunu kapsar, talep ettiğimiz,” kavramlardır. “Kesişimselliğin liberal yorumlamaları sınıfı bir kimlik olarak görerek ve sonuna “-izm” ekleyip ona ırkçılık veya cinsiyetçilik gibi davranarak, sınıfın benzersizliğini göz ardı ediyor. Kapitalizmin kökünü kazımak sınıflı toplumun sonu anlamına gelir; sınıf savaşını ifade eder. Aynı şekilde, hiyerarşik bir şekilde düzenlenmiş toplumsal ilişkilerin ıskalası olan ırkın, cinsiyetin, cinsel yönelimin, yetkili/sizliğin, yaşın da kendi çapında eşsiz olduğunu göz ardı eder. Anarşistler olarak, tüm bu sosyal bağıntıları aynı çerçeveye indirgemek yerine onların eşsiz özelliklerini öne çıkarmalıyız.”

Sağ-kanat hareketleri, üzerine birbirimizle savaşacağımız sahte ayrım kavramları yaratmak, grup olarak bizi bölmek, kimliklerimiz temelinde hiyerarşiler oluşturmak, farklılıklarımız nedeniyle ortak amacımız yokmuş gibi davranmamızı istiyorlar. Fakat bu tamamen yanlıştır.

Bizim mücadelemiz, farklılıklarımız üzerine kurulu dayanışmamız temelinde olmalıdır. Feminist gruplar arasındaki farklılıklar aslında sağ-kanadın homojen ideolojisinin korkmasına sebep olan kesişimsel gücümüzdür. Onlar biliyorlar ki eğer ortak amaçlarımız için beraber çalışırsak arkasında saklandıkları sistemi gerçekten de yenebiliriz. Bu, dünya genelindeki çoğu yerel grubun anladığı ve bazı batılı feministlerin üzerinde çalışması gereken bir şeydir. Onların mücadelesi bizim mücadelemizdir.



O-Staj Ekibi
  • PAYLAŞ

YORUMLAR