İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE AVRUPA’DA FAŞİST REJİM: İTALYA VE ALMANYA ÖRNEKLERİ
Önceki
Bu makalenin amacı post-modernizmin entelektüeller için tehdit olup olmadığını siyasi tarih boyutunda incelemek ve post-modernizm ile entelektüel kavramlarının siyasi tarihe etkisini ortaya çıkarmaktır. Son dönemlerde tartışma konusu haline gelen post-modernizm ile entelektüeller arasındaki çatışma ve fikir ayrılığı, post-modernizmin entelektüeller için bir tehdit olup olmayacağı sorusunu doğurmuştur. Bu sorunun siyasi tarihte etkisi ve önemi üç bölüm ile anlatılacaktır. Bu bölümlerden ilki post-modernizmi daha iyi anlayabilmek için modernizm ve post-modernizmin tanımı üzerinde duracaktır. İkinci bölüm siyasi tarihte post-modernizmin etkisini, üçüncü bölüm ise entelektüellerin post-modernizme bakış açısını ve siyasi tarihte nasıl şekillendiğine değinecektir. Bilgilerin harmanlanmasıyla değerlendirme ve sonuca ulaşılacaktır. The aim of this article is to examine whether post-modernism is a threat for intellectuals in terms of political history. Also this article aims to reveal the effects of post-modernism and intellectual concepts on political history. Recently, the conflict and divergence between intellectuals and post-modernism which has been the subject of discussion, raised the question of whether post-modernism will be a threat to intellectuals. The effect and importance of this problem in political history will be explained in three chapters. The first of these chapters will focus on the definition of modernism and post-modernism in order to better understand post-modernism. The second part will deal with the impact of post-modernism in political history, while the third part will deal with the intellectuals’ perspective on post-modernism and how it has been shaped in political history. Evaluation and result will be reached by collating the information.
Giriş
Tarihten günümüze kadar etkinliğini sürdüren modernizmin bir parçası olan post-modernizm 1950 ve 1960’lardan itibaren, sosyal, ekonomik ve siyasi alanlara etki etmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist sistemin yayılması sonucu eleştirilerin artması post-mondernizmi doğurmuştur. Sistemin ilk adımları her ne kadar toplum refahını amaçlasa da, siyasi tarih bağlamında bu durum farklı bir boyuta taşınmıştır. Dolayısıyla kapitalist sistem, birçok devleti ekonomik buhrana sürüklemiştir. Modernizmin desteklediği kapitalist sistemin zararları entelektüellerin dikkatini çekmiş ve modernizm desteğinin azalmasına sebep olmuştur. Bu süreçte entelektüeller düzen kavramının sürdürülebilirliği konusunda inançlarını kaybetmiş ve düzenin gerçekliği konusunda tartışmalar başlatmışlardır (Sallan ve Boybeyi, 1994; 1-8). Oluşturulan toplumsal hiyerarşi içinde entelektüellerin değeri azalmış ve post-modern dünya sistemi, düşüşe geçen bu entelektüellerin bir çıkış yolu olmuştur.
Rasyonalizm, insan aklı, evrensellik, gelişim, modernizm gibi kavramlara eleştirel bakan post-modernizm, siyasal bağlamda ön planda tutulmuştur. Özellikle post-modern Jean Baudrillard, bu kuram üzerinden Körfez Savaşı’nın[1] varlığından şüphe duymuştur. Dolayısıyla post-modern entelektüeller demokratikleşmenin ya da temsili demokrasinin bir sahtekârlık olduğunu vurgulamışlardır (Cevizci, 2002;840-841). Bu durum birçok yeni toplumsal harekâtı başlatmıştır.
Gelenekselliğin modernlikten daha üst konumda tutulması gerektiğini savunan post-modernler, köylü halkının şehirli entelektüellere tercih ettiğini belirtmişlerdir. Post-modernizm daima geleneksellik ve modernizm arasında bir çatışmanın olduğunu ve gelenekselliğin kazanmasının dünya siyasal sistemi için daha olumlu sonuçlar doğuracağını savunmuştur. Ayrıca kitleler arası kültürün bu gelenekselliğe etkisini ele almıştır. Kültürün çeşitlenmesiyle etnik grupların artacağını savunmuştur. Bu durum sağ ya da sol grupların ortaya çıkmasını sağlayacak ve dolayısıyla siyasal sistemin mevcudiyetini koruyacağı düşünülmüştür. Geleneklere bağlı bir sistemin kurulması yeniliği önleyecek ve bunun sonucu kapitalist sistem gibi ekonomik buhranlar doğuran sistemler ortaya çıkarmayacağı öngörülmüştür (Docherty, 1995; 7-10).
1.Modernizm ve Post-Modernizmin Gelişim Süreci
Aydınlanma döneminden bu güne kadar gelişim gösteren modernizm bir devlete bağlı vatandaşların, kendilerini birey hissetmesi ve birey haklarının korunabilmesi için[2] önemli bir etken olmuştur. Hatta devrimlere yol açmış ve birçok hareketlenmenin baş göstermesi ile yeni devirler oluşturmuştur. Bu kavramdan türeyen ve modernizm karşıtı olan post-modernizm farklı açılardan gözlemlenebilmiştir. Özellikle Descartes, Locke, Bacon, Spinoza gibi önemli isimler, insan aklını ön planda tutarak sürecin daha derinlere inmesinde önemli rol almıştır. Bu dönemde insan, akıl ve bilim merkezli yaşam biçimleri modernliği Hristiyanlık veya kilise ile bağdaştırmış ve modernliği ancak bu iki terim ile tanımlanacağını vurgulanmıştır. İnsanın kendi aklî kararları doğrultusunda hareket etmesi ve insanlığı alçaltan fikirlerin ortadan kalkması için modernliğin oluşturduğu söylenilmiştir (Sayak, 2016; 12-25). Dolayısıyla kölelik gibi ayrımcı ve insan haklarından mahrum sınıflar modernliğin gelişmesiyle ortadan kalkmaya başlamıştır.
Post terimiyle modernizme sonraki anlamını veren ve onu eleştiren post-modernizm kavramının anlamı aslında ilk olarak 1934 yıllarında ortaya çıkmaya başlamıştır. 1950 yıllarında Anglo-Amerikan edebiyatında yer alan bu terim kısa zamanda çerçevesini oluşturmuştur. Siyasi teoride ana konulardan biri olarak günümüze kadar gelmiş ve birçok alanda etkisini göstermiştir. Özellikle mimari alanlarda dahi kullanılmaya başlamıştır. 1960’lı yıllarda post-modernizmin yayılma eğiliminde olduğu gözlemlenmiştir (Harvey, 2003; 25-27).
Post-modernler için geçmiş, bugünün şartlarına bakılarak yaşatılmıştır. Ayrıca geçmişle olayların arasındaki ilişki hiçbir zaman ayrılmamış ve yeni doğan siyasal sistemler, öncekilerle mutlaka bağdaştırılmıştır. Siyasal düzenin oluşmasında ilk zamanlar dini konuların ön planda tutulması, post-modernizm için olumlu bir etken olarak görülmüştür. Fakat modernizm dinin insan üzerindeki etkisinin arka planda olması gerektiğini savunmuştur. Bu durum özellikle seküler entelektüelleri etkilemiştir. Dolayısıyla dini etkinin akıl yoluyla değiştirilebileceği düşünülmüştür. Aklın her şeye erebileceği ve akıl sayesinde her şeyin mümkün olacağı modernlik açısından önemli bir noktaya sahip olmuştur. Ancak modernizm insan varlığına daima muhtaç bir teori olarak ele alınmıştır (Lyotard, 2013; 11). Özellikle siyasi tarihte aklın ve bireyin bir arada bulunması ile büyük değişimler ortaya çıkabilmiştir. Fakat bu değişimlerin eleştirisi olan post-modernizm neredeyse her anlamda modernizme tepki göstermiştir.
Batı Avrupa’da ortaya çıkan modernizm, batının siyasi sitemini ele alarak doğmuş ve dolayısıyla diğer bölgelerin modernizm hakkındaki düşüncelerinde yanılsamalar oluşturmuştur. Modernizm kavramı dünya çapında bir güvensizliğe yol açmış ve özenti toplumlar oluşturmuştur. Kavramın net olarak anlaşılmaması, modernizmin yayılmasındaki süreci önemli derecede etkilemiştir. Özellikle demokrasi ve insan hakları konusunda çifte standartçı tutumu ön planda tutulmuştur (Başaran, 2018; 15-28).
Dinin yayılmacı etkisi ve imparatorlukların dini kurallar çerçevesinde hüküm sürmesi, kavramların gelişiminde büyük etkiye sahip olmuştur. Modern kavramı genellikle dini alanda yerini almıştır. Özellikle batı dışındaki toplumlar modernliğin dini bir etken olduğunu düşünmüştür[3]. Dolayısıyla modernizmin ilk ortaya çıktığı tarihlerde, Ortadoğu ülkeleri modernleşme eğilimlerini uzun bir süre kabul etmek istememiştir. Devrimlerin azalması ve savaşların anlaşmalar çerçevesinde yapıldığı dönemlerde modernizm dinden uzaklaşarak teknoloji ve değişen toplumlarla iç içe olmaya başlamıştır (Bauman, 2000; 159-177). Bu durum fikir özgürlüğünün gelişmesinde önemli bir adım olmuştur. Fikir özgürlüğünün gelişmesiyle siyasi tarih farklı bir boyuta taşınmış ve bu sayede insan hakları önemsenmiş, demokratikleşme başlamış ve reformlar artmıştır.
2.Siyasi Tarihte Post-Modernizmin Etkisi
İkinci Dünya Savaşı sonrası modernizmden daha çok post-modernizm ön plana çıkmıştır. ABD’de ortaya çıkan post-modernizm, savaş sonrası süreci değerlendirmiş ve eleştirmiştir. Daha sonra felsefi bir boyuta taşınmış ve entelektüel kesimin dikkatini çekerek teori halini almıştır. Belirli bir akımı veya yöntemi ifade etmeye başlamıştır. 1980’lerden günümüze kadar varlığından söz ettirmiş ve özellikle entelektüellerin eleştirileri ile değerini artırmıştır. Post-modernizm; modernizme, bilimsel bilginin üstünlüğüne, pozitif teorilere, doğrudan gelişim göstermeye, ulus-devlet oluşumuna, endüstrileşme sürecine, kapitalist kurallara, demokratik adımlara, laiklik ilkesine, insan haklarındaki değişimlere, teknolojideki ilerlemeye, bürokratik sisteme ve bilimsel uzmanlığa karşı gelmiş ve bu alanlarda sürekli olarak eleştiride bulunmuştur. Bu alanlara karşı gelmesine rağmen, etnik gruplara, kümeleştirmeye, kültürlerin çoğalmasına, farklı grupların oluşmasına, bilginin çoğulcu bakış açısıyla kabul görmesine, yerel bilgiye, etnik gruplarda yerelliğine, özgün olmaya ve özgürlüğe ayrıcalık tanımıştır. Post-modernler milli ve evrensel kültür anlayışından çok çoğulcu kültür görüşünü benimsemiştir. Ayrıca oryantalizm[4] terimini desteklemişlerdir (Kızılçelik, 1996; 28).
Post-modernizm yeni bir kültür olarak ele alınmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen teknoloji ve endüstriyi yoğun bir şekilde eleştirmiştir. Üç farklı kültürel yeniliğin birleşmesini temsil etmiştir. Bu kültürel yenilikler; post-modern sanat, post-yapısalcı felsefe ve post-endüstriyel toplum kuralı olarak tanımlanmıştır. Bu üç faklı kültürel yapı, post-modernizm ile aynı paralelde yol izlemiştir. Post-modern sanat, bazı yenilikler sayesinde ortaya çıkmıştır. Siyasi tarih sürecinde devrimlerin gerçekleşmesi, hem yeni sanatların ortaya çıkmasına hem de var olan sanat eserlerinin yok olmasına sebep olmuştur. Modernlik çapında değişim gösterilmesi istenmediği için post-modern sanat teorisi ortaya çıkmıştır. Özellikle mimari yapılarda uluslararası stile karşı olan Robert Venturi ve James Sterling, post-modernizm ile doğrudan bağ kurmuştur. Post-yapısalcı felsefe, yenilikçi sanatçılar tarafından izlenerek bir akım haline getirilmiştir. Post-modernizmin temellerini oluşturmuştur. Gilles Deleuze, Jacques Derrida ve Micheal Foucault gibi isimler bu akımın temsilcileri olarak sayılmıştır (Demirel, 2014; 175-177).
Post-modernizm rasyonaliteyi eleştirmiş gerçekliğin yerine imajı koymaya çalışmıştır. Post-modernizm için bütünleşme geri planda rol oynamış ve parçaya ya da parçalamaya önem vermiştir. 1970’lerde fazlasıyla derine inen post-yapısalcılık, post-modernizmi parçacılığa yöneltmiştir. Dolayısıyla bütünden daha çok parçacılık ve gruplaşma desteklenmiştir. Bu durum ise siyasi tarihte etnik grupların çoğalmasına ve ayrımcılığın artmasına sebep olmuştur. Post-endüstriyel akım ise sanat ve felsefe çerçevesinde toplumların değişimleri ile ilgilenmiş ve bu değişimleri yansıtmıştır.[5] Daniel Bell ve Alain Touraine gibi bazı sosyologlar tarafından geliştirilmiştir. Post-endüstriyel akım bölgesel olarak endüstrileşme gösteren yönetimlere karşı gelmiştir. Özellikle sanayi toplumlarının oluşturduğu demokratikleşmeyi eleştirmiştir. Post-modernizmin ise demokratikleşme sürecine karşı gelişinin temel sebebi bu akımı savunmasından kaynaklanmıştır (Berberoğlu, 2012; 241). Siyasi tarih boyunca demokratikleşmeye çalışan toplumlara karşı büyük tepkiler gösteren post-modernizm, modernizm karşıtı olarak bilimsel bilgiyi savunan entelektüeller içinde büyük bir tehdit unsuru olmuştur.
Post-modernizm, teknolojinin gelişmesiyle birçok alanın zarar gördüğünü savunmuştur. Sanat ve felsefe alanında modernleşme sonucu yerellik ortadan kalkmıştır. Plansız sanayileşme ise tüm dünyayı olumsuz etkileyecek bir hal almıştır. Gelişen modernizmle silahlanma artmış ve uluslararası kaos artış göstermiştir. Bu durum bazı ülkelerde ekonomik çöküntülere sebep olmuştur. Nükleer silahlanma sonucu dünyanın sonunun geldiği düşünülmüştür. Modernizmden doğan kapitalizm sonucu insan soyut köle olarak kullanılmıştır. Bir başka anlatım ile insan kapitalizmin kölesi haline gelmiştir. Sonuç olarak birey kendi özgürlüğünü ve özgünlüğünü kaybetmiştir. Bunun yanı sıra aşırı bireysellik ortaya çıkmış ve bireyin toplumdan koptuğu gözlemlenmiştir (Woolf, 2017; 24). 1990 yılında bireysel bunalım ortaya çıkmış ve insan yalnızlaşmaya başlamıştır. Bu durum siyaset, felsefe, ekonomi gibi alanlara büyük etki etmiştir. Özellikle kimlik krizine sebep olan bu durum insanın kendini ve modernizmi sorgulaması gerektiğine yönlendirmiştir. Pragmatizm bütün değerler üzerinde tutulmuş ve maddiyatın önemi gün geçtikçe artarken mana[6] önemini yitirmeye başlamıştır. Akıl ise artık sadece bir araç olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Tüm bu olumsuzlukların eleştirisi olan post-modernizm, modern entelektüellerin çalışma sahasında bir bariyer oluşturmuştur (Kozlu, 2009; 4-8)
Modernizm ve post-modernizm birbirlerini eleştirmiş olsa dahi birbirinden ayrılamayan sarmal yapıda olmuşlardır. Modernizm yokluğunda post-modernizmden söz etmek mümkün olmadığı bilinmektedir. Post-modernizmin eleştirileri entelektüellerin modernizmin olumsuz yönlerini düşünebilmesi adına bir bakış açısı olmuştur. Bu durum siyasi tarihte modernleşme sürecini de etkilemiştir. Özellikle Marksizm bilimin gelişmesi ve bilginin ön plana çıkmasıyla aydınlanmanın eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gibi terimlere zıt olduğunu vurgulamış ve sınıf, sosyalizm, işçi sınıfı gibi terimlere öncelik tanımıştır. Burjuva sınıfıyla Aydınlanma Çağı başlamıştır. Avrupa’da 17. ve 18. yüzyılda oluşan aydınlanma hareketi sırasında gelişen burjuva sınıfı, feodaliteye karşı kendi tezlerini ortaya koyarak derebeylik sisteminin dayandığı bütün ahlaki, ekonomik, siyasal ve felsefi sistemi kapsamlı bir eleştiriye tabi tutmuştur. Fakat aydınlanma bir sorun haline gelmiş ve çözümü ise post-modernizm içerisinde aranmaya çalışılmıştır. Uluslararası ilişkiler bağlamında bir diğer etken ise Marksizm olarak kabul edilmiştir. Marksizmin post-modernizme etkisi sınıf üzerinde olmuştur. Marx gibi entelektüel isimlerin birey haklarının yerine işçi sınıfı ve toplum sınıfını değerlendirmeye alması post-modernizm için büyük eleştirilere yol açmış ve post-modernizmin bireye anlam vermesiyle Marksizmin maddeye önem vermesi çatışmıştır (Lyotard, 2013; 186).
3. Entelektüellerin Post-Modernizme Bakış Açısı
Modern entelektüellere karşı ilk tepkiler 1950 ve 1960’lı yıllarda Theodor W. Adorno, Max Horkheimer gibi isimler tarafından ortaya çıkmıştır. Bu isimler Sigmund Freud ve Friedrich Nietzsche gibi filozofların düşüncelerinden yararlanmıştır. Buna ek olarak Jacques Derrida, Michel Foucault, Roland Barthes, Jean Froncais Lyotard, Jean Baudrillard, Herbert Blau, Paulde Man gibi isimlerin de post-modernizme katkıları bulunmuştur. Modernizm ve post-modernizm arasında oluşan çatışma sonucu entelektüeller etkilenmiştir. Bu durum sonucunda hangi entelektüellerin bu çatışmaya dâhil olup olmadığı sorusu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla entelektüeller iki gruba ayrılarak; ilk grup modern toplum doğuşunu tamamen reddedenlerdir,[7] ikinci grup ise evrenselliği yakalamış ve dil ve milletin önemini kavrayabilmiş entelektüeller olmuştur. Bu tür entelektüeller dil ve millet yapısının bozulmadan modernleşmesi düşüncesini destekledikleri için post-modernizmin savunduğu yerellik ve geleneksellik ilkesiyle uyuşmuştur. Fakat geleneksel kurallara bağlı kalarak modernleşmek ise, sınırlar doğrultusunda olacağı için tam manasıyla modernleşme olarak adlandırılamamıştır (Aydoğdu, 2018; 313-314).
Son iki yüzyıl boyunca entelektüellerin etkisi artmış ve özellikle 18. yüzyılda seküler entelektüel kişilikler ortaya çıkmıştır.[8] İnsanlığın siyasi bağlamda neyi nasıl yapması gerektiği üzerine düşünülmüştür. Post-modernizmin fikirlerinin gelişmesinde seküler entelektüel kesimin etkisi görülmüştür. Post-modernizmin savunduğu özgürlük, entelektüel kesimin temel özelliklerinden birisi olduğu için, entelektüeller kendi fikirlerini özgürce başka bireylere aktarabilmişlerdir. Dolayısıyla fikir özgürlüğünün sonucu ile toplumlarda siyasi sistemin değişikliğine kadar gidilmiştir. Özellikle demokrasinin toplumlara yayılmasıyla özgürlük tanımı farklı bir boyutta ele alınmış ve fikir özgürlükleri yeni bir çağ doğurmuştur. İnsan hakları arasında yer alan özgürlük kavramı batıda modernlik olarak ele alınsa da, batının kendi sistemini halkına dayatması sonrası entelektüeller modernlik kavramını özgürlük kavramı ile bağdaştırmayı kabul etmemiştir (Johnson, 2008; 9-21). Bu bakımdan post-modernizm modernleşmeyi özgürlük olarak değil, batılılaşma olarak kabul görmüştür. Dolayısıyla post-modernizmin bu yaklaşımı, entelektüelleri modernizm hakkında kuşkuya düşürmüştür.
Entelektüeller için bilgi çok önemlidir. Gün geçtikçe önemini artıran bilgi, neredeyse her alanda yer edinmiştir. Özellikle siyasete yayılmış ve siyasetten ekonomiye ekonomiden toplumsal sürece ulaşmıştır. Dolayısıyla ekonomik ve siyasi açıdan kapitalizm ve modernizmin kolu haline gelmiştir. Kapitalizm birçok toplumda yayılma göstermiş ve böylece çatışmalar ortaya çıkmıştır. Bu durum toplum huzursuzluğunu doğurmuş ve modernizm etkisi bu alanda da olumsuzluğunu göstermiştir. Modernizmin getirmiş olduğu bu kapitalist sistem toplum içinde rekabeti artırmıştır. Daha fazla maddiyat ve güç için devletler sistemsel olarak karmaşa içinde olmuş ve ulus-devlet sistemiyle bu durum daha da artış göstermiştir. Dolayısıyla mana ortadan kalkmış ve maddiyat önemli bir konuma gelmiştir. Fazla kâr için, ürün kalitesi düşürülmüş bu durum toplum sağlığının bozulmasına kadar ilerlemiştir (Habermas, 1995; 37-45).
Toplumlarda siyaset pragmatik bir hal almış ve toplumlar siyasi sistemlere bağlı kalmadan kendi çizdikleri yörüngelerde ilerlemeye çalışmışlardır. Post-modernizme göre devletler kapitalist ekonomik sistemin dağılmasına çözüm bulamazlarsa, ekonomide dünya çapında büyük buhranlar ortaya çıkacaktır. Bu durumun sonucunda toplumsal direnişlerin ortaya çıkacağı düşünülmektedir. Bu toplumsal direnişler; entelektüellerin ayaklanması, çevresel direnişler veya dini uyanış olarak ele alınmalıdır (Habermas, 1995; 37-45). Dolayısıyla modernizmin oluşturduğu bu direnişler toplum huzursuzluğuna yol açmıştır. Kapitalizmi bir modernlik olarak gören entelektüeller ise bu anlamda çelişkiye düşmüşlerdir.
Post-modernizmin öncülerinden olan Lyotard’a göre Aydınlanma Çağı aklı ve ahlakı ön plana çıkarmaktan çok bir özenti çağını başlatmıştır. Dolayısıyla akıl ile ortaya çıkabilen bilgi üretimde değerlendirilmek üzere geliştirmelidir. Fakat modernizmle bilgi kendi amacından çıkıp kullanılma değerini kaybetmeye başlamıştır. Yine Lyotard’a göre Sanayi Devrimi sonrası toplumlarda oluşan modernizm özentisine eleştiri olan post-modernizm, hızla değişen teknolojiye, bilimsel bilgiye ve enformasyona karşı gelmiştir. Dolayısıyla modern çağdan post-modernizme geçerken bilgi değişim göstermiştir. Bilginin tek gerçek olması ve tek anlam yüklenmesi ortadan kalkmış ve çok gerçeklilik ve çok anlamlılık ortaya çıkmıştır (Featherstone, 2013; 172). Post-modernizm bu düşünceyle hareket etmiştir. Ayrıca dil konusunda bilginin anlamları ve söylemleri değişmiştir. Söylemlerin değişmesi bir devrimi değil bir değişimi oluşturmuştur. Bu değişim dilin farklılaşması ve terimlerin çoğalmasını sağlamıştır. Buradan yola çıkarak dildeki modernizm de post-modern entelektüellerin dikkatini çekmiş ve dilin değişmesi toplum kimliğinde şüpheler uyanmasına sebep olmuştur. Toplum kimliğinin değişmesi ise ırkçılığa sebep olacağından siyasal sistemde ayrışmalara yol açmıştır. Bu durum toplumların kimlik çatışması yaşamasına ve siyasi tarih bağlamında çatışmalara sebep olduğu söylenebilmiştir (Lyotard, 2013; 11).
Modernizm kuramı, iktidar üzerinde büyük ölçüde etkili olmuştur. İktidarın halka sunduğu hizmette farklılaşma ortaya koymuş ve bilginin üretimi etkilemesini sağlamıştır. Dolayısıyla üretimin etkilenmesi, iktidarın gücünü iyi ya da kötü yönde etkileyebilmiştir. Tarih boyunca bilgi doğrultusunda gösterilen üretim devrimlere de yol açmıştır. Modernizm kuramının ortaya koyduğu sistemli çerçeve doğrultusunda, iktidarlar düzeni koruyabilmişlerdir (Altun, 2011; 157). Bu kuram toplumsal gelişim ya da değişim olarak görülse de, modernizmin getirdiği birçok dezavantaj ortaya çıkmıştır. Post-modernizm kuramının destekleyeceği bu dezavantajlar siyasal sistemlerde de etkili olmuştur. Gelenekselliğe karşı gelen ya da onu tekrar yorumlanmasını isteyen modern kuramı, var olan sisteme karşı gelerek, kimi zaman geçmişten kopulması gerektiğini savunmuştur. Bu durum sistemlerin temellerini sarsmış ve geçmişinden bağımsız siyasal sistemlerin etkisini azaltmıştır(Bingöl, 2017; 23). Dolayısıyla siyasal sistemlerde sürekli olarak değişim görülmeye başlamıştır. Bu durum entelektüellerin bakış açılarında farklılıklar ortaya çıkarmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Makale çerçevesinde verilen bilgiler doğrultusunda, post-modernizmin entelektüeller için bir tehdit olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu durum siyasi tarihte birçok sistemin değişim göstermesine ve mevcut sistemlerin sürekli olarak eleştirilmesine yol açmıştır. Post-modernizmin eleştirileri doğrultusunda sosyal, ekonomik ve siyasal bağlamda değişimler görülmüştür.
İlk olarak modernizmin getirdiği bireycilik, bireyin toplumdan kopmasına ve toplumsal sürecin gerilemesine sebep olmuştur. İkinci etki alanı olan ekonomi ise, kapitalizm örneği üzerinden değerlendirilmiş ve kapitalizmin getirdiği ekonomik buhranlar sonucu ulus-devletlerin rakip olmasına sebep olmuştur. Bu durum neredeyse tüm devletleri etkilemiştir. Devletler kendi çıkarları için çatışma ortamları oluşturmuştur. Bunun sonucunda ise siyasal tarihte süregelen sistemlerin değişikliği ortaya çıkmıştır. Modernizmin getirmiş olduğu siyasal sistemlerdeki değişiklikler öncelikle dini boyutlarda etkili olmuş daha sonra sistemlerin çeşitlenmesine sağlamıştır. Fakat bu çeşitlenme siyasal bağlamda sistemlerin temellerini oluşturmasını engellemiştir. Dolayısıyla siyasal sistemlerde geleneksellik öngörülmüş ve var olan sistemin iyileştirilmesi savunulmuştur. Ayrıca modernizmin doğmasıyla devrimlerde artış gözlemlenmiştir. Devrimlerin çoğalması insan hakları üzerinde daha fazla durulması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. İnsan haklarının artması ile fikir özgürlükleri artmıştır. Bu durum yine post-modernizme göre olumsuzlukla sonuçlanmıştır. Çünkü fikir özgürlüğü sonucu toplumlarda çatışmalar meydana gelmiştir. Bu durum toplum huzursuzluğuna yol açmıştır.
Sonuç olarak uluslararası felaketin ve buhranların ortaya çıkmasındaki sebeplerin başında modernizm geldiği düşünülmüştür. Modernizmin gelişme ve ilerleme ilkesi olmuş olsa da bu gelişme iyi niyet çerçevesinde ele alınamamış ve dünya ülkelerinde kaoslar ortaya çıkarmıştır. Post-modernizmin öncüleri, Sigmund Freud, Nietzsche, Theodor W. Adomo, Max Horkheimer ve daha birçok önemli isim post-modernizmi bir miras olarak bırakmış ve bu alanda araştırılmaların artmasına olanak sağlamışlardır. Dolayısıyla siyasi tarih boyunca modernizm, bakış açılarında değişkenlik göstermiş ve post-modernizmi entelektüeller için bir tehdit haline getirdiği sonucuna varılmıştır.
GİZEM YILDIRIM
TUİÇ o-Staj Siyasi Tarih Programı Stajyeri
Kaynakça
Altun, F. (2011),’Modernleşme Kuramı Eleştirel Bir Giriş’ Küre Yayınları, 3. Baskı.
Aydoğdu, Y. (2018). ‘Postmodernizmin Tarihe Yaklaşımı Bağlamında Murathan’ın “Ulak ile Sadrazam” Öyküsünde Tarih Algısı’ Bingöl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi. Ss: 312-321.
Berberoğlu, B. (2012) ‘Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş, Eleştirel Bir Perspektif’,İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 2. Baskı.
Başaran, A. (2018). ‘Postmodern (Felsefe, Edebiyat, Nekahet)’. Dedalus Kitapevi Yayınları.
Bingöl, U. (2017), ‘Post modenizm ve Gelenek’, Hikmet-Akademik Edebiyat Dergisi, Journal of Academic Literature.
Cevizci, A. (2002). ‘Felsefe Sözlüğü’ Paradigma Yayınları.
Demirel, D. (2014). ‘Modernizmden Postmodernizme Kamu Yönetimi’. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Ss: 169-178.
Dochherty, T. D. (1995). ‘Post-modernism: Bir Giriş, Post-modernist Burjuva Liberalizmi’ Sarmal Yayınevi. Çev: Yavuz Alohan
Duman. Ç. (2017) ‘1. Körfez Savaşı’. Türk Asya Stratejik Araştırma Merkezi.
Edward S. (1998). ‘Oryantalizm’. İrfan Yayınevi, İstanbul.
Featherstone, M. (2013). ‘Consumer Culture and Postmodenrism’. Ayrıntı Yayınları.
Habermas, J. (1995). ‘Postmodernist Burjuva Liberalizmi’ Sarmal Yayın Evi.
Harvey, D. (2003). ‘The Condition of Postmodernity: An Enquiry into the Origins of Cultural Changes’. Metis Yayınları.
Kızılçelik, S. (1996), ‘Postmodernizm Dedikleri’, Saray Kitabevleri, 1. Baskı
Kozlu, D. (2009). ‘Modernizm Sonrası Postmodern Hareket İçinde Kadının Yeri’, Süleyman Demirel Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Hakemli Dergisi.
Lyotard, J.F. (2013), ‘Postmodern Durum’, Bilgesu Yayınları, Çev. İsmet Birkan.
Sallan, S., Boybeyi S. (1994). ‘Postmodernizm-modernizm İkilemi’ Ankara Üniversitesi Akademik Arşiv.
Sayak, B. (2016). ‘Oyun Kavramı Etrafında Post-Modernizm ve Roman’ (Yüksek Lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi
Woolf, V. (2017) ‘Kendine Ait Bir Oda’, Ren Yayınları. 1. Baskı.
Bauman, Z. (2000). ‘Post-modernlik ve Hoşnutsuzlukları’. Ayrıntı Yayınları.
Fotoğraf: https://www.artranked.com/topic/Famous+Postmodern
[1] 1990 ve 1991 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde İngiltere, Suudi Arabistan, Fransa, Suriye, Mısır gibi 28 devletin bir araya gelerek Irak devletine karşı müdahale ettiği savaştır (Duman, 2017).
[2] Özellikle fikir özgürlüğü konusunda talep edilen haklar.
[3] Hristiyanlığın modernlik olarak görülmesi gibi.
[4] Batı ülkelerinin Ortadoğu ülkelerine karşı kullandıkları aşağılayıcı tutumlar (Said, 1998). Kavramın detayı için Edward Said, Oryantalizm kitabının incelenmesi tavsiye edilir.
[5] Bu akım post-yapısalcılığın gerçekçilik anlayışı ile çelişmektedir.
[6] Manevi anlam
[7] Örneğin Wyhndam Lewis.
[8] Örneğin Jean Jack Rousseau.
© Copyright 2024 TUİÇ Akademi - WebTech Bilişim tarafından sevgi ile geliştirildi.
YORUMLAR