Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Enerji Diplomasisi

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Enerji Diplomasisi

  • Araştırma Yazıları
  • 19 Mart 2021 Cuma
  • 1
  • Okunma : 11163

Doğu Akdeniz, Dünya yerküresi üzerinde bulunduğu konum itibariyle çok merkezi bir bölgedir. Gerek coğrafi gerek ise stratejik açıdan büyük öneme sahip olan bölgede tarihin başlangıcından itibaren birçok güç mücadelesi yaşanmıştır. Stratejik kanallara ve boğazlara sahip olan bölgenin önemi özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren giderek artmıştır. 2000’li yılların başında bölgede keşfedilen hidrokarbon rezervleri sonucunda bölgenin stratejik ve ekonomik değeri daha da artarak kıyıdaş devletler arasında ciddi bir rekabet kaynağı olmuştur. Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke olarak bu rekabetin taraflarından bir tanesidir. Bu makalenin konusu, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yürüttüğü enerji diplomasisini değerlendirmektir. Merve TEYİN-Seray ÖZMEN - Diplomasi Çalışmaları Stajyerleri


Özet

Doğu Akdeniz, Dünya yerküresi üzerinde bulunduğu konum itibariyle çok merkezi bir bölgedir. Gerek coğrafi gerek ise stratejik açıdan büyük öneme sahip olan bölgede tarihin başlangıcından itibaren birçok güç mücadelesi yaşanmıştır. Stratejik kanallara ve boğazlara sahip olan bölgenin önemi özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren giderek artmıştır. 2000’li yılların başında bölgede keşfedilen hidrokarbon rezervleri sonucunda bölgenin stratejik ve ekonomik değeri daha da artarak kıyıdaş devletler arasında ciddi bir rekabet kaynağı olmuştur. Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke olarak bu rekabetin taraflarından bir tanesidir. Bu makalenin konusu, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yürüttüğü enerji diplomasisini değerlendirmektir. Bunun için öncelikle Doğu Akdeniz’in tarihine ve günümüzdeki önemine değinilecektir.

Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Münhasır Ekonomik Bölge, Enerji, Enerji Diplomasisi, Türkiye

Abstract

The Eastern Mediterranean is a very central region in terms of its location on the Earth. Since the beginning of history, many power struggles have been experienced in the region, which is of great geographic and strategic importance. The importance of the region, which has strategic canals and straits, has gradually increased since the second half of the 20th century. As a result of the hydrocarbon resources discovered in the region in the early 2000s, the strategic and economic value of the region has increased and it has become a serious source of competition among riparian countries. Turkey is one of the actor to this competition as a country with the longest coastline in the Eastern Mediterranean. The subject of this article is to evaluate the energy diplomacy conducted by Turkey in the Eastern Mediterranean. For this, first of all, the history and importance of the Eastern Mediterranean will be mentioned.

Key Words: The Eastern Mediterranean, Exclusive Economic Zone, Energy, Energy Diplomacy, Turkey

GİRİŞ

Enerji, insanlık için her zaman stratejik önemde olmuştur. Sanayi Devrimi ile kömürden elde edilen enerjinin önemini fark eden insanoğlu daha sonra petrol çağına girmiştir. Günümüzde ise doğal gaz birçok alanda kullanılan enerji kaynaklarının başında gelmektedir. Bugüne kadar enerji kaynaklarına sahip ya da yakın olan bölgeler, medeniyetler için her zaman bir cazibe merkezi konumunda olmuştur. Akdeniz coğrafyası da üç kıtanın kesişim noktasında yer alan önemli su yollarına sahip bir merkez konumundadır. Özellikle Doğu Akdeniz, doğunun zengin enerji kaynaklarını batıya taşıma konusunda bir enerji transfer merkezidir. Son yıllarda, bölgede keşfedilen enerji kaynakları bölgenin önemini, bir enerji transfer merkezi olmasının yanı sıra, sahip olduğu potansiyel enerji rezervleri dolayısıyla iyice arttırmıştır. Doğu Akdeniz’in coğrafi açıdan kilit bir bölge olması bölgenin stratejik ve ekonomik değerini giderek arttırmaktadır. Bu sebeple, tarihin başlangıcından günümüze kadar birçok devlet bölgeye hakim olabilmek için güç mücadelelerine girmiştir. Bu mücadeleler sonucunda pek çok farklı medeniyete ve kültüre ev sahipliği yapan bölge 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Süveyş Kanalı’nın açılması ve keşfedilen enerji kaynaklarıyla kıyıdaş devletlerin rekabet sahasına dönüşmüştür. Kısacası, bölgedeki enerji potansiyeli bir yandan ekonomik açıdan bölgeyi ayrıcalıklı bir konuma taşırken diğer yandan devletlerarası gerilimin artmasına ve eski husumetlerin gün yüzüne çıkmasına sebep olmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde, Doğu Akdeniz’in tarihsel öneminden ve yeni keşfedilen enerji kaynaklarıyla birlikte artan stratejik ve ekonomik değerinden bahsedilecektir. Aynı zamanda, ilk bölümde konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından kavramsal çerçeveye yer verilecektir.

Türkiye, enerji talebi sürekli artan bir ülke olarak sahip olduğu enerji kaynaklarını her geçen gün daha aktif bir şekilde kullanma motivasyonu içindedir. Bununla birlikte, coğrafi konumu dolayısıyla Türkiye, enerji transferinde önemli bir geçiş ülkesidir. Son yıllarda keşfedilen enerji kaynakları dolayısıyla Doğu Akdeniz bölgesi Türkiye için enerji üretim ve dağıtımı konusunda stratejik bir önem kazanmıştır. Bölgedeki, mevcut ve potansiyel enerji kaynakları Türkiye’nin enerjideki dışa bağımlılığının ortadan kalkması ihtimalini doğurmuştur. Bu ihtimal, Türkiye’nin hem iç politikada hem de dış politikada çok daha istikrarlı ve güçlü olmasını sağlaması açısından önemlidir. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye, bölgedeki hakları için uluslararası hukuk çerçevesinde çeşitli tezler ortaya atmaktadır. Uluslararası mahkeme kararlarına dayandırdığı bu tezler, başta Yunanistan olmak üzere diğer kıyıdaş devletlerle bir çatışma yaratmaktadır. Türkiye, Yunanistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile yaptığı sınırlandırma antlaşmasına ve Akdeniz’de kendi hakimiyeti altında bulunan adaları öne sürerek bölgede iddia ettiği haklara itiraz etmektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde, Türkiye’nin bölgede iddia ettiği haklardan bahsedilerek bu hakları dayandırdığı uluslararası hukuk normlarına değinilecektir. Bunula birlikte, bölgedeki kıyıdaş devletler ile yaşanan yetki alanı sorunlarından bahsedilecektir. Bu bölümde, uluslararası hukukun kaynağı olarak Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmelerinden yararlanılacaktır.

Çalışmanın sonuç yerine geçecek analiz bölümünde ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü enerji diplomasisine ve bölgedeki rekabete ortak olabilmek adına attığı adımlara değinilerek bu konuda izlediği strateji değerlendirilecektir. Bu çalışma hazırlanırken iki temel sınırlandırmaya gidilmiştir. Bu sınırlandırmalardan ilki coğrafi sınırlandırmadır. Türkiye’nin enerji diplomasisi Doğu Akdeniz bölgesinde yürüttüğü diplomasi ile sınırlı tutulmuştur. İkinci sınırlandırma uluslararası hukukun kaynakları hususundadır. Bu konuda çalışmanın dikkate aldığı kaynaklar BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ve 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmeleri olmuştur. Bunlarla birlikte, sonuç yerine geçecek analiz bölümünde Türkiye’nin savunduğu tezlerin geçerliliği değerlendirilirken Uluslararası Adalet Divanı’nın emsal davalarda vermiş olduğu kararlara yer verilmiştir.

1. Doğu Akdeniz’in Önemi

Dünya yerküresi göz önünde bulundurulduğunda Doğu Akdeniz bölgesinin dünyanın kalbi sayılabilecek merkezi bir konumda olduğunu söylememiz mümkündür (Yıldız&Yaşar, 2012:17). İngilizce “mediterranean” anlamına gelen Akdeniz, etimolojik olarak Latince “mediterraneus” kelimesine dayanmaktadır. “Mediterraneus” Türkçe anlamı “orta” olan “medius” ve “toprak” anlamına gelen “terra” kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur (Doğan, 2013:1). Aynı zamanda, üç kıtanın kesişim noktasında bulunan bu bölge, stratejik göç ve ticaret yollarına sahip çok önemli bir bölgedir. Özellikle, Ortadoğu’da bulunan enerji kaynaklarına olan yakınlığı sayesinde 20. yüzyıldan itibaren önemini giderek arttırmıştır. Doğunun zengin kaynaklarını batıya taşıma konusunda bir köprü konumunda olan bölge, tarihin ilk zamanlarından itibaren birçok medeniyetin hakimiyet mücadelesine şahit olmuştur (Özekin, 2020:5). İklim şartları açısından da çok elverişli olan bu bölge geçmişten bugüne her zaman devletlerin gözdesi olmuştur (Girgin, 2006:9). 2000’li yıllarda bölgede keşfedilen önemli miktardaki enerji rezervleri Doğu Akdeniz’i yalnızca bir transfer merkezi olmaktan çıkararak bölgenin aynı zamanda önemli bir enerji üretim merkezi olarak ele alınmasına sebep olmuştur (Özekin, 2020:3).

Sanayi Devrimi sonrası devletlerin enerji ihtiyacının günden güne artması sonucu Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri kıyıdaş devletler arasında bir paylaşım krizine sebep olmuştur. Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan devletler Türkiye, Yunanistan, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin-Gazze Yönetimi, Mısır, Libya, KKTC ve GKRY olarak sıralanabilir (Yıldız, 2006:617). Bununla birlikte, bölgenin Ortadoğu ve Kafkasya’daki enerji kaynaklarına coğrafi yakınlığı sebebiyle bu bölgelerdeki kaynaklara hakim olmak isteyen büyük güçler de Doğu Akdeniz’i öncelikli gündemleri haline getirmiştir. Bölgede yer alan önemli boğazlar, limanlar ve Süveyş Kanalı gibi su yolları ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında büyük rol oynayan petrol boru hatları bölgenin önemini pekiştirmektedir (Kedikli&Çalağan, 2017:121).

1.1. Doğu Akdeniz’in Değişen Enerji Jeopolitiği

Doğu Akdeniz, deniz ticaretinin önemli bir kısmına ev sahipliği yapması, Ortadoğu ve Hazar havzalarındaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında oynadığı kilit rol sebebiyle enerji transferinde bir merkez konumundadır. Özellikle, iki büyük Dünya Savaşı sonrasında doğunun kaynaklarının batıya güvenli bir şekilde taşınabilmesi devletlerin önceliği haline gelmiş ve bu durumda Doğu Akdeniz’in stratejik önemi de artmıştır. Ancak, Soğuk Savaş yıllarında bölgede başlatılan keşif faaliyetleri Doğu Akdeniz’e deniz ticareti ve enerji transferinin ötesinde bir anlam yüklemiştir (Tagliapietra, 2017:7). Her ne kadar o dönemde yapılan keşif faaliyetleri başarıyla sonuçlanmamış olsa da deniz tabanının coğrafi özelliklerinin belirlenmesi açısından önem teşkil etmektedir (Özekin, 2020:8). Soğuk Savaş’ın sonuna doğru bölgede yoğunlaşan sondaj faaliyetleri sonucu az miktarda da olsa petrol rezervine ulaşılmıştır. Bu keşif sonucunda kıyıdaş devletlerin bölgeye ilgisi artmıştır.

1990’lı yılların sonundan itibaren bölgedeki arama faaliyetleri hız kazanmış ve 2000’li yıllarda Kıbrıs açıklarında keşfedilen enerji kaynakları bölgenin jeopolitik ve ekonomik değerini yadsınamayacak noktaya taşımıştır. Kıbrıs açıklarında 4 önemli enerji sahasının bulunduğunu söylememiz mümkündür (Çalağan&Kedikli, 2017:126). Bu sahalar, Kıbrıs’ın güneyinde kalan Afrodit, Kıbrıs ile İsrail arasındaki Leviathan, Kıbrıs ile Mısır arasındaki Nil ve Kıbrıs ile Girit Adası’nın güneydoğusundaki Herodot sahaları olarak isimlendirilmektedir (Aksoy, 2016:1). Doğu Akdeniz’de bugüne kadar keşfedilen rezerv miktarı açısından en büyük enerji sahaları bu 4 sahadır. Amerikan Jeolojik Araştırmalar Enstitüsü, 2010 yılında yayınladığı raporda, Doğu Akdeniz’de henüz ortaya çıkarılamamış önemli miktarda kaynak bulunduğunu ifade etmiştir. Rapor sonuçlarına göre Doğu Akdeniz’de henüz keşfedilmemiş olan 181 milyon ton petrol, 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 70,2 milyon ton sıvı doğal gaz olduğu tahmin edilmektedir (USGS, 2010). Uluslararası raporların da göstermiş olduğu gibi Doğu Akdeniz, dünyadaki en büyük enerji yataklarından bir tanesidir.

2010 yılında, Amerikan Noble Energy Şirketi Leviathan sahasında 450 milyar metreküp doğal gaz rezervi bulunduğunu açıklamıştır (Noble, 2010:9). Aynı şekilde, Nil sahasındaki enerji rezervlerinin petrolde 1,8 milyar varil ve doğal gazda 6,3 trilyon metreküp olduğu tahmin edilmektedir. Herodot sahası rezervinin ise yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğal gaz olduğu düşünülmektedir. Bölgede, petrol ve doğal gazın dışında LNG (Liquefied Natural Gas) adı verilen sıvı doğal gazın bulunduğu da ispat edilmiştir (Akçam, 2017).

Doğu Akdeniz havzasında gerçekleştirilen petrol ve doğal gaz keşifleri, Sanayi Devrimi’nden günümüze enerji ihtiyacı her geçen gün artan devletler açısından büyük önem taşımaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2016 yılındaki raporuna göre, 2040 yılına kadar küresel enerji talebinde %30’luk bir artış meydana geleceğini ortaya koymuştur. Enerji talebindeki bu artış başta petrol ve doğal gaz olmak üzere tüm yakıt türlerinin ihtiyacını arttıracağı öngörülmektedir (Alodalı&Usta, 2017:164).

2. Doğu Akdeniz’de Yetki Alanlarının Paylaşımı Sorunu

Doğu Akdeniz’de keşfedilen önemli miktardaki doğal gaz rezervleri ile uluslararası raporlarla teyit edilen potansiyel kaynaklar bir yandan bölgenin ekonomik ayrıcalığını arttırırken diğer yandan bölge devletlerinin arasındaki geçmiş sorunların gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Bölgenin enerji üretim ve dağıtımı açısından stratejik önemde olması dolayısıyla birçok devlet bölgede hak iddiasında bulunmaya başlamıştır. Kıyıdaş devletler arasında yetki alanı paylaşım anlaşmazlıkları ortaya çıkmış; uluslararası hukuk nezdinde tartışma yaratacak münhasır ekonomik bölge (MEB) ilanları ve ikili sınırlandırma antlaşmaları bölgede bir paylaşım krizinin doğmasına sebep olmuştur. Bölgedeki krizin daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle uluslararası deniz hukukunun iki önemli kavramı olan “kıta sahanlığı” ve “münhasır ekonomik bölge” kavramlarının anlaşılması gerekmektedir. Denize kıyısı bulunan ülkelerin kıyı şeritleri kara suları, esas hat ve MEB gibi alanlara ayrılmaktadır. Bu alanlar belirlenirken “Uluslararası Deniz Hukuku” temel alınmaktadır. Uluslararası Deniz Hukuku bu kavramları açıklar ve bunlara sınır getirir. Uluslararası Deniz Hukuku’nun yazılı hale gelmesinin iki aşaması vardır. İlki 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi, ikincisi ise 1982 Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’dir (Kütükçü&Kaya, 2016). Yukarıda da bahsedildiği gibi kıta sahanlığı, esas hat, münhasır ekonomik bölge bu sözleşmede bahsi ve sınırlaması geçen alanlardır. Bu alanlar ulusal sınırların içinde kalan alanlar ve ulusal sınırların dışında kalan alanlar olarak ikiye ayrılır. Kara suları devletlerin ulusal sınırları alanına girerken, MEB bu alanın dışında kalmaktadır. Bir de hiçbir devletin egemenliğinde olmayan açık denizler vardır. Denize kıyısı olan devletlerin bu alanlarını ilan etmesi gerekmektedir. Uluslararası Deniz Hukuku’na baktığımız zaman devletlerin bu alanları belirlemesinde esas hat dediğimiz kıyı çizgisi en önemli ölçüttür. Esas hat kavramı, normal esas hat ve düz esas hat olarak ikiye ayrılır. Normal esas hatta suların en alçak olduğu kıyı çizgisine eşitken, düz esas hatta ise kıyı çok fazla girintilidir, yakınlarda adalar, sığlıklar ya da kayalıklar bulunmaktadır. İç sular ise esas hattın kara tarafında kalan deniz kısmıdır. Karasuları ise devletin uluslararası hukuka uygun bir şekilde ilan ettiği alanı içermektedir (Balık, 2018:86-90).

Bir devlet, kendi kara ve hava sınırları içerisinde tam egemenlik hakkına sahiptir. Denizlerin karaya bitişik olan bölümü ise bir devletin deniz ülkesini oluşturmaktadır ve deniz ülkesinde devletin egemenlik hakları sınırlandırılmıştır (Balık, 2018:88). Örneğin, bir devletin karasularından geçecek yabancı gemilere zararsız geçiş hakkı tanınmıştır (Aydın, 2003). İç sular, karasuları ve boğazlar bir devlet ülkesinin unsurlarındandır. Buna karşılık, kıta sahanlığı ve MEB devletlerin bazı egemenlik haklarına sahip olduğu uluslararası deniz yetki alanları olarak ifade edilmektedir (Balık, 2018:88). Dünyanın dörtte üçünün sularla kaplı olduğu düşünüldüğünde insanoğlu tarihin başlangıcından itibaren transferden turizme, gıdadan enerjiye, savunmadan ticarete pek çok alanda denizlerden faydalanmaktadır. Buna rağmen, denizlerin kullanımı konusunda yakın geçmişe kadar uluslararası bir düzenleme mevcut değildi.  Denizlerin kullanımı, 1982 yılında birçok devletin tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’yle uluslararası ölçekte düzenlenmiştir. Bu sözleşmeyi imzalamayan devletler de sözleşmenin maddeleri doğrultusunda, hakkaniyet kuralları çerçevesinde kendi haklarını kullanabilmektedirler (Balık, 2018:89). Kıyı devletlerinin denizlerde yetki alanı belirleyebilmeleri bu hakların başında gelmektedir. Bu noktada tanımlanacak yetki alanları kıta sahanlığı ve MEB’dir.

Kıta sahanlığı, coğrafi açıdan kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında devam eden doğal uzantısı olarak tanımlanmaktadır (Balık, 2018:90). Bu kavramın, uluslararası hukukun konusu haline gelmesi devletlerin deniz dibi kaynaklarından yararlanma imkanının ortaya çıkmasıyla eş zamanlıdır. Hukuki anlamda kıta sahanlığı kıyı devletinin, karasularının ilerisinde ama kıyıya bitişik durumdaki deniz tabanı ve altındaki cansız varlıkların araştırılması ve işletilmesi konusunda münhasır hak sahibi olduğu deniz yetki alanı olarak tanımlanmaktadır. Bu alan, kıyı çizgisinden 200 deniz mili uzaklığa ve hatta tabii kıta sahanlığı daha ileriye gidiyorsa deniz derinliğinin 2500 metreyi bulduğu izobar çizgisinin 150 deniz mili açığına kadar gidebilen ve üst sınırı her durumda 350 deniz mili olabilen bölgedir (Kuran, 2009). BMDHS’ne göre, adalar da kıta sahanlığına sahiptir. Ancak, adaların kıta sahanlığına sahip olması bir şarta bağlanmıştır. Bir adanın kıta sahanlığına sahip olabilmesi için adada insan yerleşiminin olması gerekmektedir. BMDHS’ye göre herhangi bir ekonomik yaşamı olmayan kayalıkların kıta sahanlığı da özel bir ekonomik bölgesi de olamaz (BMDHS, 1982:121. Md.). Bu tür sahalarda bitişik ya da karşılıklı kıyı sahibi olan devletlerin kıta sahanlığını anlaşarak sınırlandırmaları gerekmektedir.

Doğu Akdeniz’deki sorun çerçevesinde baktığımız zaman sorunun temeli kıyıdaş devletlerin MEB anlaşmazlığıdır. Sorunun temel aktörleri ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye’dir.

2.1. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), bölgedeki bazı kıyıdaş devletlerle ikili anlaşmalar yürüterek “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına ilan ettiği MEB bölgelerinde uluslararası şirketlerle anlaşıp o bölgelerde araştırma faaliyetleri yapmaya başlamıştır (Yılmaz, 2020). GKRY, 2003 yılında Mısır ile 2004’te Lübnan ile ve 2010 yılında da İsrail ile imzaladığı yetki alanı sınırlandırma anlaşmalarıyla ilan ettiği deniz yetki alanlarında doğal gaz ve petrol arayacağını bildirmiştir. Kıbrıs adasının tamamı adına karar veren ve hak iddia eden GKRY’nin bu kararına Türkiye itiraz etmiştir. Çünkü, bu durumda GKRY, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ve Türkiye’nin bölgedeki haklarını doğrudan ihlal ederek yok saymaktadır. Ancak, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen GKRY, Avrupa Birliği (AB) üyesi olmasını avantaj olarak kullanıp AB’yi Türkiye’ye karşı yanına çekmiştir. En büyük destekçisi ise garantör devletlerden biri olan Yunanistan’dır. Yunanistan, halihazırda hem Ege’de hem de Akdeniz’de Türkiye ile deniz sınırları konusunda sorunlar yaşamaktadır. Aynı şekilde, Libya’nın içinde bulunduğu savaştan istifade ederek Libya’nın kıta sahanlığını işgal etmekte ve bölgedeki haklarını uluslararası hukuka uygun olmayan bir şekilde arttırmaya çalışmaktadır. Yunanistan’ın, Doğu Akdeniz’de Türkiye ile yaşadığı sıkıntının temel kaynağı ise Meis Adası’dır. Yunanistan, Meis’in haklarını ileri sürerek Türkiye’nin kıta sahanlığını işgal etmektedir. Türkiye’nin, Yunanistan’ın Rodos, Kerpe, Kaşot, Girit ve Meis hattını esas alarak ortay hatta dayalı deniz yetki alanı sınırlandırmasını kabul etmesi durumunda Yunanistan, Meis Adası’nın yüzölçümünden binlerce kat daha büyük bir yetki alanına sahip olacaktır. Türkiye, ortay hatta dayanan bu sınırlandırmaya itiraz etmekte ve bu itirazlarını BMDHS’nin “kesmeme” ilkesine dayandırmaktadır.

Türkiye ve Suriye olmadan Yunanistan, Mısır, İsrail, GKRY, Ürdün, İtalya ve Filistin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurmuştur (Yücedağ, 2019:9). Forumun ana amacı ise arz-talep dengesini sağlayarak üye devletlerin çıkarını gözetecek bölgesel bir gaz piyasası kurmaktır (Enstitüsü, 2019). Kısacası, bölgede Türkiye’yi ve KKTC’yi yalnızlaştırmak için toplu adımlar atılıp anlaşmalar düzenlenmektedir.

2.2. Filistin, İsrail, Mısır, Lübnan ve Suriye

Ortadoğu ülkelerindeki devlet anlaşmazlıklarına baktığımızda İsrail, Gazze açıklarında bulunan ve Filistin’in hakkı olan doğal gaza el koymuştur ve bölgede kendisi faaliyetlerde bulunmaktadır. İsrail, Levathian ve Tamar bölgelerinde zengin kaynaklar bulup, GKRY ve Mısır ile anlaşma yaparak burada kendini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. İsrail, bölgede Lübnan ile de anlaşmazlık içindedir. 6. ve 3. Blok parsellerinde 860 km2’lik alanda bir anlaşmazlık söz konusudur ve her iki taraf da hak iddia etmektedir. Lübnan bu durumu casus belli olarak ilan etmiştir. Bu anlaşmazlıkta ABD arabulucu olmayı teklif etmiştir ama İsrail kabul etmemiştir. Suriye ise iç savaş yüzünden bu bölgeyle pek ilgilenememektedir. Bu durumdan faydalanmak isteyen Rusya, Suriye’nin kıta sahanlığı içerisinde doğalgaz çalışmalarına başlamıştır. Mısır ise yaptığı anlaşmalar sayesinde kendi kıta sahanlığı içerisinde rahat bir şekilde kaynak arama çalışmalarını yürütmektedir. Kendi yetki alanı içerisinde İtalyan, Rus ve Alman şirketleri ile anlaşmalar yaparak bu şirketlere sondaj faaliyetleri için yetki vermiştir (Yücedağ, 2019:10-11). Aynı zamanda, GKRY ve İsrail bölgede askeri tatbikatlar düzenleyerek askeri bir güç gösterisi yapmaktadır.

2.3. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye

Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan ülkedir. Uzun yıllardır Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’daki ülkelere karşı KKTC ile birlikte bölgedeki hakkını savunmaktadır. Türkiye enerji bakımından dışa bağımlı bir ülke olduğu için bu bölgedeki faaliyetleri ile bu bağımlılığı azaltmayı istemektedir. Diğer bir önemli konu ise güvenliktir. Türkiye, bölgedeki faaliyetlerine devam ederken aynı zamanda güvenliğini de sağlamaya çalışmaktadır. Doğu Akdeniz’deki MEB anlaşmazlığının yanı sıra Türkiye’nin Yunanistan ile yaşadığı Ege sorunu, Suriye ile operasyon sorunları da bu bölgedeki Türkiye’ye karşı tutumları sertleştirmektedir (İnat, 2020).

İlk defa 2 Mart 2004’te Türkiye 0 32°16`18“D boylamının batısında egemen haklara sahip olduğunu ilan etmiştir. 21 Eylül 2021’de ise KKTC ile kıta sahanlığı anlaşması imzalanmıştır ve Türk şirkete hidrokarbon işleme ruhsatı verilmiştir. Akdeniz Kalkanı Harekâtı kapsamında 2002-2016 yılları arasında 14 gemi faaliyeti engellenmiştir. Şu an ise Türkiye Fatih, Yavuz ve Kanuni sondaj gemileriyle bölgede NAVTEX ilan etmiştir ve bunun sonucunda ise diğer ülkelerin baskıları daha da artmıştır (Yılmaz, 2020). Bunlara rağmen Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Norveç’ten yeni bir sondaj gemisi aldığını duyurmuştur (Türkiye Yeni Sondaj Gemisi Alıyor, 2021). Bunca baskıya rağmen Türkiye’nin orada Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerine devam etmesi ve hatta yeni gemi alması buradaki haklarından kolayca vazgeçmeyeceğini çok açık bir şekilde göstermektedir.

Uluslararası Deniz Hukuku kapsamında ele alırsak Türkiye bu sözleşmenin bazı maddelerinden dolayı ve sözleşme çekince koymayı kabul etmediği için sözleşmeye taraf olmamıştır. Türkiye’nin iki çekincesi vardı. İlki kara sularının genişliği ve adaların kıta sahanlığı ile hükümleri, ikincisi ise herhangi bir anlaşmazlık durumunda getirilen zorunlu yargı mekanizmasıdır (Dalar, 2019). Türkiye’nin Yunanistan ile yaşadığı adalar sorunundan dolayı bir çekincesi oluştuğu için bu anlaşmaya taraf olmak istememiştir (Ulaşoğlu, 2020). Bölgede devletler haklılığını kanıtlamak ve hukuksal bir dayanak oluşturmak için birbirleriyle anlaşma yapmışlardır. Ancak, Mısır ile Yunanistan’ın yaptığı anlaşma uluslararası hukuk ilkelerine aykırılık içermektedir. Birincisi sınırlandırılan alanın tanımı doğru bir şekilde yapılmamıştır. İkincisi ise adalar esas alınarak bir sınırlama yapılmıştır. Oysaki bu anlaşmada devletlerin ana kıtaları temel alınarak bir sınırlandırmaya gitmesi gerekmekteydi. Bu durumda, Uluslararası Deniz Hukuku’na aykırı bir statü oluşturmakta ve bu sebepten dolayı Türkiye bu anlaşmaya karşı gelmektedir (Doğru, 2020).

Türkiye de bölgede aktif bir politika izlemekte ve burada devletlerle çatışmak yerine sorunları diplomatik bir yolla çözmek istemektedir. Ancak, Yunanistan diplomatik yolla çözmek yerine Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığını Antalya kıyısına sıkıştırmak istemektedir. Aynı şekilde, Ege’de karasularını 6 milden 12 mile çıkarmak isteyip yine Türkiye’yi kendi kıyısına sıkıştırmaya çalışmaktadır. Doğu Akdeniz hususunda Türkiye’ye karşı agresyon her geçen gün büyümektedir. Hali hazırda Kıbrıs meselesi bir çözüme kavuşamamış bir mesele iken Doğu Akdeniz sorunu, KKTC’nin alanının sayılmaması ve tüm adanın yetkinliğini Rum Yönetimi’nin almak istemesi olayı daha çok çıkmaza sokmaktadır. AB ülkelerinin de Kıbrıs’a ve Yunanistan’a destek vermesinin en büyük amacı dışarıya olan enerji bağımlılığını azaltmaktır (Babacan, 2020).

Türkiye buradaki hareketlerini belli bir hukuk çerçevesine dayandırmak istemektedir. Bu yüzden Libya’nın BM tarafından meşru olarak tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti ve ayrıca KKTC ile birlikte bir anlaşma imzalamıştır. KKTC ile 2011’de “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzalanmıştır ve hukuka uygun bir şekilde BM’ye bu anlaşma bildirilmiştir. Libya ile 27 Kasım’da “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” imzalanarak iki ülkenin kıta sahanlığı belirlenmiştir ve kabul edilmiştir. Anlaşma Uluslararası Hukuk’a ve Deniz Hukuku’na uygun bir şekilde hazırlanmıştır. Yunanistan ise bu anlaşmanın uluslararası hukuka aykırı olduğunu savunmaktadır. Bu anlaşma bölgede Türkiye’nin haklarını meşrulaştırması ve AB ülkelerinin Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi yalnızlaştırma politikasına karşı KKTC dışında bir ülkenin desteğini aldığını göstermiş bulunmaktadır (Çam, 2020).

SONUÇ YERİNE TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ’DEKİ ENERJİ DİPLOMASİNİN DEĞERLENDİRMESİ

Geçmişten günümüze kadar konuyu ele alırsak Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşadığı anlaşmazlıkların temelinde Kıbrıs sorunu yer almaktadır. GKRY’nin, KKTC’yi yok sayıp adanın tamamı üzerinde hak iddia etmesi ve KKTC’nin kıta sahanlığına saygı duymaması sorunun temelini oluşturmaktadır. Yunanistan ise adalarının kıta sahanlığını savunarak Türkiye’nin belirttiği MEB üzerinde parsel çatışması oluşturmaktadır. Bölgenin bu kadar önemli olmasının sebebi yukarıda da değinildiği üzere Doğu Akdeniz’in stratejik su yollarına sahip bir enerji transfer merkeziyken 2000’li yıllarda yapılan keşifler sonucunda doğal gaz açısından zengin kaynaklara sahip olduğunun tespit edilmesidir. Halihazırda, dünyanın en stratejik enerji transfer merkezlerinden biriyken aynı zamanda sahip olduğu enerji rezervleri sayesinde bir enerji üretim merkezine dönüşmüştür. Bu durum bölgenin, başta kıyıdaş devletler olmak üzere büyük güçlerin de dahil olduğu bir rekabet ve çatışma sahasına dönüşmesine sebep olmuştur. Devletlerin bölgedeki çıkarlarına baktığımızda ise hepsinin tek bir amacı vardır. O da enerjiyi büyük oranda dışa bağımlılıktan kurtarmaktır.

AB ülkelerinin desteklememesine karşı Türkiye burada NAVTEX ilan etmeye ve sondaj gemisi almaya devam etmektedir. Bölgenin güvenliğini ele alırsak zaman zaman ülkeler arasında oluşan gerilim artmaktadır. Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı sert tavrı ve Fransa’nın da aynı şekilde sert tutumla Türkiye’yi eleştirmesi ve Yunanistan’ın Fransa’dan savaş teçhizatı ithal etmesi birer gözdağı olarak algılanabilir. Türkiye’nin bölgede yalnızlaştırılması ile de diplomatik açıdan kendisini meşrulaştırması engellemeye çalışılmasına rağmen Türkiye bölgede KKTC ile ve Libya ile kıta sahanlığı anlaşması yapmıştır.  Meşru bir hükümet tarafından anlaşma yapılmasıyla Türkiye bölgede yalnız olmadığını meşru bir şekilde göstermiş bulunmaktadır.

Kıta sahanlığı sorunu nasıl çözüme kavuşabilir? Bu sorunun çözüme kavuşması için öncelikle Kıbrıs sorununun çözüme kavuşması gerekmekte ve her iki yönetimin kıta sahanlığı belirlenmelidir. Sonuç olarak bölge Birleşmiş Milletler tarafından ikiye bölündüğü için bu adanın bir bütün olarak ele alınması mantık çerçevesine oturmamaktadır. Hem Kıbrıs sorununu hem de MEB sorununu diplomatik yollarla çözmek hayli zor gözükmektedir. Yunanistan ve Türkiye bu sorunlar yüzünden birçok gerilim yaşamış ve hatta savaş eşiğine bile gelmiştir. En mantıklı çözüm ise her iki devletinde ana karasından itibaren Uluslararası Hukuk’a uygun bir şekilde adaları ele almadan kıta sahanlığını belirlemesidir ama Yunanistan buna yanaşmak istemediği sürece bu da çözüm olmayacaktır. Belli bir anlaşma sağlanmaması giderek daha çok karışıklığa neden olmaktadır ve devletler arasındaki düşmanca tutumu arttırmaktadır. Bu yüzden diplomasi ile çözülmesi pek olası gözükmemektedir. O zaman en kötü senaryo olarak savaş durumunu ele almak zorundayız. Yunanistan’ın olası bir durumda Türkiye ile savaşa girmesi hem NATO nezdinde hem de AB nezdinde önemli bir sorun olacaktır. Öncelikle iki NATO ülkesinin savaşması 5. Madde’yi bir paradoksa sürükleyecektir. Bu maddeye göre NATO müttefikleri olası bir savaş durumunda NATO üyesi ülkenin yanında olmak zorundadır ama bu maddenin Türkiye için işlevselliği tartışılır durumdadır. AB üyelerinin NATO üyesi olması Türkiye’yi zaten dezavantajlı duruma sokacaktır. AB zaten Yunanistan’ı destekleyerek Türkiye’yi yalnızlaştırma içerisindedir. Olası bir savaş durumunda ise Yunanistan’ın AB desteği ile Türkiye’ye karşı avantajlı konuma geleceği yadsınamaz bir gerçektir.

Bölgede kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumuna karşı olası bir Türkiye, KKTC, Suriye, Lübnan ve Libya birliğinden bahsedilebilir mi? Bu şuan Suriye açısından pek mümkün gözükmemektedir çünkü Suriye yönetimi ile Türkiye arasında iç savaştan kaynaklı gerilimler hala devam etmekte ve Türkiye bölgedeki operasyonlarına devam etmektedir. Ayrıca Suriye iç savaştan dolayı da Doğu Akdeniz meselesine pek ilgili değil bu yüzden böyle bir şeye dâhil olması pek olası değildir. Türkiye, KKTC, Libya olarak ise böyle bir ittifakın kurulması olasılık dâhilindedir. Lübnan da İsrail ile yaşadığı sorunu çözmek ve kendi hakkını savunmak için böyle bir ittifaka sıcak bakabilir. Böyle bir ittifaka ne kadar çok taraf katılırsa Türkiye’nin bölgedeki meşruiyeti o derece artacak ve yalnızlığından kurtulmuş olacaktır.


Seray ÖZMEN-Merve TEYİN

Diplomasi Çalışmaları Stajyerleri 



KAYNAKÇA

Akçam, M. (2017). Doğu Akdeniz’de Enerji Savaşları, 4 Haziran. https://www.stratejikortak.com/2017/06/dogu-akdenizde-enerji-savaslari.html

Aksoy, M. (2016). Doğu Akdeniz Enerji Rekabeti Raporu, İNSAMER. İstanbul.

Alodalı, F. B. & Usta, S. (2017). Enerji Diplomasisi ve Türkiye. KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi. 19(33): 163-168.

Aydın, H., 2003. Karasularının Sınırlarının Tespiti ve İç Suların Hukuki Rejimi. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7(1): 61-83.

Babacan, A. (2020). Türkiye’nin Doğu Akdeniz Diplomasisi. Anadolu Ajansı: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/turkiye-nin-dogu-akdeniz-diplomasisi/1961752 adresinden alındı.

Balık, İ. (2018). Türkiye'nin Deniz Yetki Alanları ve Kıyıdaş Ülkelerle Yetki Alanı Anlaşmazlıkları. Kent Kültürü ve Yönetimi Hakemli Elektronik Dergi, s. 86-98.

Çam, T. (2020). Türkiye-Libya anlaşması Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikasında önemli kazanım. Anadolu Ajansı: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/turkiye-libya-anlasmasi-turkiyenin-dogu-akdeniz-politikasinda-onemli-kazanim/1662097 adresinden alındı.

Dalar, M. (2019). Türkiye'nin Doğu Akdeniz Politikasının Hukuksal Dayanakları. XI. Uludağ Uluslararası İlişkiler Kongresi, (s. 152-153). Bursa.

DOĞAN, N. (2013). “Doğu Akdeniz’de Enerji Stratejileri Ve Bölgesel Güvenliğin Geleceği”, 21.Yy Dergisi ,Aralık, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-veenerji-guvenligi arastirmalari-merkezi/2014/01/15/7383/dogu-akdenizdeenerji-stratejileri-ve-bolgesel  guvenligin-gelecegi.

Doğru, S. (2020, Ağustos 13). Doğu Akdeniz’de Uluslararası Hukukun İhlali: Yunanistan – Mısır Anlaşması. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/dogu-akdeniz-de-uluslararasi-hukukun-i-hlali-yunanistan-misir-anlasmasi adresinden alındı.

Enstitüsü, S. D. (2019). Doğu Akdeniz’de Yükselen Gerilim: Siyasi, Askeri ve Ekonomik Açıdan Yapılması Gerekenler. Ankara: Strarejik Düşünce Enstitüsü Seminer Raporu.

Girgin, G. (2006). Fenikeliler’de Akdeniz Ticareti, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji Anabilim Dalı Su Altı Arkeolojisi Bilim Dalı, Konya.

İnat, K. (2020). Türkiye'nin Doğu Akdeniz Politikası: Hedefler, Araçlar, Yöntemler. Kritik Dergi.

Kedikli, U. & Çalağan, Ö. (2017). International Congress of Energy, Economy and Security kongresinde sunulan “Enerji Alanında Bir Rekabet Sahası Olarak Doğu Akdeniz’in Önemi” bildirinin düzenlenmiş halidir.

Kuran, S. (2009). Uluslararası Deniz Hukuku, 3. Baskı, İstanbul.

Kütükçü & Kaya. (2016). Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, s. 82.

Noble Energy, (2010). Annual Report http://investors.nblenergy.com/staticfiles/8313afb5-9ced-44a5-9b65-e49aa0ea7b03

Özekin, K. M. (2020). Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye. Güvenlik Stratejileri Dergisi. 16(33):1-51.

Tagliapietra, S. (2017). “Energy: a Shaping Factor for Regional Stability in the Eastern Mediterranean?”, Directorate General for External Policies Report No: PE578.044, European Parliament, Belgium, Haziran, 2019.

Türkiye Yeni Sondaj Gemisi Alıyor. (2021). Sputnik News: https://tr.sputniknews.com/turkiye/202102091043766022-turkiye-yeni-sondaj-gemisi-aliyor/ adresinden alındı.

Ulaşoğlu, O. (2020). Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine Türkiye’nin Taraf Olmamasının Nedenleri. Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi: https://baudegs.com/birlesmis-milletler-deniz-hukuku-sozlesmesine-turkiyenin-taraf-olmamasinin-nedenleri/ adresinden alındı.

USGS, (2010). “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eastern Mediterranean”, U.S. Department of the Interior, U.S. Geological Survey (World Petroleum Resources Project), http://pubs.usgs.gov/fs/2010/3014/pdf/FS10-3014.pdf

Yıldız, D. & Yaşar, D. (2012). Doğu Akdeniz’de Küresel Satranç. Truva Yayınları, İstanbul.

Yılmaz, E. A. (2020). Doğu Akdeniz’deki Gelişmeler Doğrultusunda Türk Dış Politikasının Dünü ve Bugünü. Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi. c. 48. s. 27-48.

Yılmaz, S. (2020). Stratejik Kültür Ekseninde Doğu Akdeniz'de Bir Ana Kara ve Ada Çıkmazı: Türkiye ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Örneği. Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi: https://baudegs.com/stratejik-kultur-ekseninde-dogu-akdenizde-bir-ana-kara-ve-ada-cikmazi-turkiye-ve-guney-kibris-rum-yonetimi-ornegi/ adresinden alındı.

Yücedağ, A. (2019). Doğu Akdeniz'in Münhasır Ekonomik Bölge Problemleri ve Türkiye'nin Yalnızlaştırılması. Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi, s. 9.


O-Staj Ekibi
  • PAYLAŞ

YORUMLAR

  • Mahmut ÇAMÇI
    Mahmut ÇAMÇI
    20 Mart 2021 16:46

    Çok faydalı bir çalışma olmuş. Başarılarınız devamını dilerim.